Cumhuriyetin Görsel Kültürü: Ulusal Mimari

Yayın Tarihi: 6 Mayıs 2024
Toplam Okunma: 394
Okuma süresi: 7,9 dakika

Ozan Günel

Türkiye Cumhuriyeti artık yeni bir görsel kültüre ihtiyaç duyuyordu ve bunun en önemli ayaklarından biri ulusal mimarinin ortaya çıkışıydı.

Cumhuriyet’in kurulması Türk modernleşme ve ulus devriminin en önemli adımlarından biriydi. Fakat her devrimde olduğu gibi bu tip dönüşümler sadece siyasal sistemlerin değişmesi ile olmadı. Siyasal, ekonomik ve sosyolojik alanlar daha çok konuşulsa da Türkiye Cumhuriyeti artık yeni bir görsel kültüre ihtiyaç duyuyordu ve bunun en önemli yapı taşlarından biri ulusal mimarinin ortaya çıkışıydı.

Türk tarihine bakıldığında 11. yüzyılın sonundan Anadolu’ya yerleşene kadar seyyah, göçebe toplumları görülür. Bu gezginlik bir yandan farklı kültürleri sentezleyen bir toplum yaratırken, bir yandan da özellikle mimari ve kentsel planlama gibi daha kalıcı görsel kültür ve tasarıma ait özelliklerin ortaya çıkmasını geciktirdi. 13. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin kurulması ve kısa zamanda bir imparatorluğa dönüşmesi sonucu da kentsel yapılanma bu göçebe dönemin ve İslam kültürünün, mimarisinin etkisinde gelişti. Fakat özellikle ulus düşüncesinin ortaya çıkması ve Birinci Dünya Savaşı sonrası bir Türk ulusu inşası üzerine devlet planlaması yapılması bu durumun değişmesi gerekliliğini ortaya koydu. Bu olguların sonucunda yapılan planlamanın gerçekleşmesi sonucu görselliğin en önemli alanı olan mimari ve kentsel planlamanın ulusallaşması, aynı zamanda da devrimsel dönüşüme uygun olarak yenilenmesi gerekti.

                        Resim Heykel müzesi

İşte bu noktada her ne kadar yeni cumhuriyetin başkenti olmasa da hem yıllarca imparatorluğun başkenti olması sebebiyle hem de yeni cumhuriyetin de kalbi ve en önemli şehri diyebileceğimiz İstanbul ve küçük bir şehir iken bir başkent olan Ankara bu dönüşümü anlamak adına önemli örnekler oldular. İstanbul ve Batılılaşma süreci tabii ki 1923 ile başlamadı. Doğan Kuban’a göre “İstanbul’un hep Batılı bir kent olduğu söylenebilir. Fakat bu İslam’ın Batısı’dır”. Kuban, devrim öncesi başlayan kentsel dönüşümü batılı fikrine bir öykünme olarak görür. Fakat devrimsel dönüşümler sadece bir öykünme üzerinden gerçekleşmez. Onların çok daha derin dönüşümlere ihtiyaçları vardır. Örneğin Sovyetler Birliği kurulduğunda oluşan yeni sanatsal yaklaşım, hem temsil hem de form olarak o yeni düzeni anlatması gereken bir dil gerekliliğinin sonucudur. Aynı şekilde, Türkiye Cumhuriyeti de bu devrimi yaparken yüzünü Batı’ya dönmüş fakat aynı zamanda bunu devrimsel dönüşümlere uygun bir şekilde Sibel Bozdoğan’ın “Devrime Biçim Vermek” olarak adlandırdığı bir perspektifte yapmaya çalışmıştır. Bu biçim devrimin yüzünü döndüğü Batı’dan esintiler taşıdığı gibi bir yandan modern ulusal mimari anlayışını yansıtmaya çalışır bir yandan da geçmişini yansıtan, geldiği kültürden esintiler taşır. Örneğin Vedat Tek’in (o dönemki adıyla Vedat Bey) tasarladığı ve 1909 tarihinde tamamlanan Sirkeci Merkez Postanesi (günümüzdeki adıyla Büyük Postane) Sibel Bozdoğan’a göre belirgin bir şekilde Avrupai bir bina olsa da Osmanlı mimarisinden izler de taşır.

                       Ziraat Bankası binası

Yapılan arkeolojik kazılardan da görüldüğü üzere İstanbul insanlık tarihinin büyük bir kısmında önemli bir şehirdi. Türkiye 1923’de devrimci bir yöne döndüğünde İstanbul’un Osmanlı’dan, Bizans’tan, Roma’dan ve öncesinden kalan önemli bir mirası vardı. Böylesi yerlerde şehrin tamamen dönüşmesi yerine bir sentez kültürü gelişir. Ankara ise Cumhuriyet ile büyüyen bir şehirdi. İstanbul’un aksine yeniden yaratım değil baştan yaratımın bir merkezidir.
Mimar Kemaleddin’in eserlerinin yanı sıra, Giulio Mongeri (Ziraat Bankası Genel Müdürlük Binası) ve Arif Hikmet Koyunoğlu (Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi) gibi mimarların da işleri şehrin dokusuna eklenmiştir. Belki de İstanbul’un aksine baştan yaratılan bir şehir olduğu ve idarenin de merkezi olduğu için Ankara bir şehir olarak düzenin göstergesi olarak görülmüştür.

Aslında mimarlık özelinde bahsedilen bu durumu görsel kültürün tüm alanlarında görmek mümkündür.  1925 yılında yürürlüğe giren Şapka Kanunu ve 1934 yılında yürürlüğe giren Kıyafet Kanunu gibi kanunlar, ulusal mimarinin gelişmesi için çıkarılan kanun ve kararnameler gibi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı oku inkılapçılığın görsel karşılıklarıydı. Daha önce Osmanlı İmparatorluğu içerisinde II. Mahmud döneminde benzer dönüşümler denense de Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen dönüşümler çok daha kapsamlı ve detaylı dönüşümlerdi.

 Vedat Tek

Şehir, insanların hayatlarının önemli bir kısmını geçirdikleri ve aynı zamanda sürekli maruz kaldıkları mekânsal bir tasarımdır. Bu sebeple insanların kültürel ve algısal yaklaşımlarını ciddi bir şekilde etkilediği için görsel dönüşümler alanından bakıldığında üzerine en çok düşünülen alanların başında gelir. Doğal olarak, Cumhuriyet’in ilanıyla beraber bu dünyaya uygun bir kentsel tasarımın gerekliliği de ortaya çıkar. Bu anlayışı yansıtan Cumhuriyet tarihinin mimari ve kentsel dönüşümü ilk olarak Birinci Ulusal Mimarlık Akımı ile bağdaştırılır. Akım aslında Osmanlı’nın son döneminde başlamış olsa da temsil olarak varlığını ve aynı zamanda asıl etkisini devrim sonrasında göstermiştir. Akımın öncüleri arasında Mimar Kemaleddin ve Vedat Tek gelmektedir. Her ne kadar Afife Batur gibi önemli mimarlık tarihçileri bu tip akım ve sıfatların toptanlaştırıcı etkisinin altını çizse de bu yazı açısından söz konusu mimarların Türk ulusallaşmasına ve mimari çağdaşlaşmasına bakmak önemlidir.

Türk devriminin ütopik toplumsal dönüşüm karakteri kendisini kentsel dönüşüm çabalarında da gösterir. Bu dönüşümün ilginç bir yaklaşımı Le Corbusier üzerinden görülebilir. Mimarlık tarihinin en önemli mimarlarından biri olan İsviçreli-Fransız bir mimar olan Le Corbusier, geleneksel Türk mimarisinin geometrik formlarından ve işlevselciliğinden ciddi bir şekilde etkilenmiştir. Düzen ve akılcılığın sembolü olarak gördüğü küpün Osmanlı ve Selçuklu yapılarında kullanımı özellikle ilgisini çekmiştir. Aslında Le Corbusier 1911’de Türkiye’ye seyahat etmiş ve özellikle “büyük mimari ilkelerin ansiklopedisi” olarak adlandırdığı Selçuklu dönemi şehri Konya’dan oldukça etkilenmiştir. Daha sonra Türkiye’de yaşadığı deneyimleri ve bunların çalışmalarına olan etkisini Doğuya Yolculuk kitabında yazmıştır. Aynı şekilde Türk mimarlığı da Le Corbusier’in işlerinden çokça esinlenmiştir. Sibel Erdoğan’ın da söylediği üzere Behçet Sabri ve Bedrettin Hamdi tarafından hazırlanan ve ilk sayısını 1931 yılında çıkartan Mimar Dergisi, Le Corbusier’in formları ile Türk Modern mimarisinin yaklaşımında bir sentez üretmek istemiştir. Bu durum hem Batılılaşan hem de kendi dokusunu yaratan devrimsel dönüşümlerin nasıl doğal bilinç süreçleri ürettiğini göstermek açısından önemlidir. Klasik Selçuklu ve Osmanlı mimarisinden etkilenen Batılı bir mimarın izini sürmek devrimsel dönüşümü kavramayı ve kültür ile nasıl bir bağlantısı olduğunu anlamayı sağlarken bir yandan da geleceğe nasıl bakabileceğimize güzel bir örnek oluşturur. Ne var ki, Cumhuriyet’in 100. yılına girerken Türkiye gündemini halen kentsel dönüşümler, büyük şehirleri bekleyen deprem ve heyelan gibi tehlikeler meşgul ediyor.

Fakat bu konular daha çok şehirlerin sermayeye teslim edilmesi gibi tartışmalar üzerinden ele alınmaktadır. Cumhuriyet’in yüzüncü yılına girerken asıl yapılması gerekenler iyi bir plan ile binaların kentsel dokularını ve miraslarını bozmadan onları geleceğe aktarmak ve hâlihazırda bulunan sorunları ortadan kaldırmak olmalıdır. Bunun için her ne kadar eksikleri, hataları, yanlışları olsa da; Cumhuriyet’e yeni kentsel bakışla bakmak, o bakışı kopyalamadan anlamak ve günümüze uyarlamak sağlam adımlarla ilerleyebilmek için önemli bir girişim olacaktır.

İllüstrasyon: Nur Torun

Yararlanılan Kaynaklar

Doğan Kuban – İstanbul 1600 Yıllık Bir Müzedir – Yem Kitapevi

Sibel Bozdoğan – Modernizm ve Ulusun İnşası – Metis Yayınları

Kategori: Mimari, Toplum

E-Bülten Kaydı

Gelişmelerden haberdar olun.

Yorum Yazın