Uzun Yıllar Süren Bir Mücadelenin Başarı Hikâyesi: Cumhuriyet ve Kadın
Fikriye Yılmaz
Tarih boyunca hiçbir zaman anaerkil bir toplum var olmadı. Kadın, güçlü olduğu yerde eşitliği getiriyordu. Bizim tarihimizde de tam olarak böyle oldu. Bu hikâye, Cumhuriyet kadınının hikâyesi. Bu hikâye, uzun yıllar süren bir mücadelenin başarı hikâyesi.
1910’lu yıllar dünyada kadın hareketinin ilk defa güçlendiği ve görünür olmaya başladığı dönemlerdi. Osmanlı’da da Batı’daki feminist hareketin tezahürleri II. Meşrutiyet döneminde görülmeye başlıyordu. II. Meşrutiyet’in görece özgürlük ortamında birçok kadın örgütü kuruldu. Saray tarafından da destek gören bu örgütler, bir ‘hayır kurumu’ niteliği taşıyordu. Bu dönemin ilk kadın cemiyeti olan “Cemiyet-i İmdadiyye” o devrin ünlü yazarı, Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım tarafından kurulmuştu.
“Kadın güçlü olduğu yerde eşitliği getiriyordu.”
Kadın cemiyetleri konusunda en çok dikkat çeken şehir Selanik oldu. Birçok cemiyet burada faaliyete geçmişti. En çok ses getirenlerden biri Osmanlı Kadınları Şefkat Cemiyet-i Hayriyyesi, hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm Osmanlı kadınlarına kapılarını açmıştı. Aynı zamanda bu cemiyetin yayın organı olan ‘Kadın’ dergisi, Meşrutiyet’in ilk kadın dergilerindendi. İlk sayısından itibaren kadın-erkek eşitliğinden, insanların mutluluğundan bahsediyordu. O dönem istibdat baskısından ötürü ‘iki kişi bir araya gelip rahat rahat konuşamıyor’, dolayısıyla üçüncü bir kişiye yardım etmek mümkün olmuyordu. Bu dergi toplumdaki iletişim eksikliğini gidermek adına büyük bir adım olmuştu.
Dönemin önemli derneklerinden biri de Teali-i Vatan Cemiyeti idi. Selanik’in varlıklı kadınlarının yönetiminde, kadınların seferber edilmesi amaçlanıyordu. Din ve mezhep gözetmeksizin yurdun her yerinden kadının yardımına koşuluyordu. O dönem kadın hareketi olgunlaşmaya başlamış fakat henüz gün yüzüne çıkamamıştı. Bu sebeple, bu cemiyetlerin tamamı da bir yardım derneği adı altında, eşitlik amacıyla kurulmuştu; siyasi hakları kapsamıyordu.
Bunların yanında, II. Meşrutiyet’te yurttaşlık kavramı da tartışmaya açılmış, parlamenter demokrasi, seçim, siyasi darbe gibi kavramlarla tanışılmıştı. Yeni asrın gelişiyle birlikte hemen her millet vatandaşlarına siyasal seçim hakkı tanımaya başlamıştı. Dolayısıyla seçimlere kimlerin katılacağı da önemli bir konu haline gelmişti. Osmanlı’nın bazı çevrelerinde kadınlara siyasal haklar verilmesi tartışılmaya başlanmıştı. O dönem Batı ülkelerinde hak ve özgürlükler noktasında kayda değer gelişmeler yaşanıyor, Osmanlı da bu gelişmeleri günü gününe takip ediyordu.
Akabinde, cihan harbinin topyekûn mücadelesinde, kadınlar gerek cephede gerek cephenin gerisinde erkeklerle birlikte çalışmıştı. Toprakların işgal altında olması tüm toplumu seferber etmiş ve daha geniş bir kamuoyuyla olabilecek en hızlı şekilde bu işgalden kurtulmak tek hedef haline gelmişti.
Harp tüm dünyada kadınlar açısından çok büyük bir dönüm noktasıydı. Özellikle Türk kadını savaşı birebir yaşamıştı. Mühimmat üretmiş, cephede savaşmıştı. Harbin zorunlu getirisi olarak aile kurumu da değişmek durumundaydı. Böylece Osmanlı kadınları çalışma hayatına berber, tüccar, resmi dairelerde memur olarak katılmaya başladı.
Kadınlar tüm bu fedakarlıkların karşısında da haklarını almak istiyorlardı. İstanbul’un aydın kesimi bunun için çalışmalara başladı. Dönemin en etkili örgütlülük biçimi olan ‘fırka’ ile bu mücadeleyi vermek istiyorlardı. 1922 yılının son aylarında dönem basınında ‘edîbe-şehîre (ünlü kadın yazar)’ olarak anılan gazeteci Nezihe Muhiddin başta olmak üzere bir grup kadın, birinci dalga eşitlikçi feminizmi savunmaya başladı. Osmanlı’da bu hareketin 50 yıllık bir birikimi vardı ve dönemin ılımlı siyasi koşulları bu konuların konuşulmasına olanak veriyordu.
1923’ün Nisan ayında TBMM’den seçimlere ilişkin kararların çıkmasıyla Vakit Gazetesi’nde “Kadınları İntihab” başlıklı bir anket yayımlandı. Anketi yanıtlayanların çoğu kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesinden yana oy kullanmıştı. Vakit Gazetesi bu anketle güçlü bir tartışma yarattı ve böylelikle kadınların siyasal talep sesleri tekrar yükselmeye başladı.
Hemen ardından Mayıs ayında bu çevrelerde bir hareketlilik oldu. İçlerinde Nezihe Muhiddin’in de bulunduğu on üç kadının siyasal haklarını kazanmak için çalışmaya başladığı duyuldu. Kendilerini ‘Girişimci Heyet’ olarak tanıtan bu grup, bir kadınlar kongresi toplamak istiyorlardı. Haziran ayında Vakit Gazetesi’nde çıkan haberde, bu Kadınlar Şurası’nın istediği toplantıya müsaade edildiği ve toplantıda nelerin ele alınacağı yazıyordu. Günler sonra Vakit’te Nezihe Muhiddin’in bir makalesi yayımlandı. Bu makalede, siyasal otoritelerin henüz kurulmaya başlandığı ve kadınların hakları konusunda bir neticeye varılamadığı bu siyasi çevrelerde, kadınların yerlerini almalarını ve haklarının sınırsız olarak tanınması gerektiğini söylüyordu. Muhiddin, bahsi geçen sosyal ve toplumsal haklardan, kadınların eğitimini, çalışmasını, yasalar önünde eşit vatandaşlık haklarını ve Medeni Kanun’u anlıyordu.
“Özellikle Milli Müdafaa döneminde kadınlar ellerinden geleni arkalarına koymamış, topraklarımızın tehlike altında olduğunu görür görmez tüfeğini kuşanmış, vatanın savunmasına bizzat katılmış ve bu vatanın hakiki evlatları olduğunu kanıtlamıştır. Böylelikle siyasal haklardan yararlanmaya hak kazanmıştır.” diyordu Muhiddin.
Muhiddin: “Kadınlar bu vatanın hakiki evlatları olduğunu kanıtlamıştır.”
Haziran’da gerçekleştirilen Kadın Şurası’ndan kuruluş kararı çıkmıştı. Ertesi gün basında Kadınlar Halk Fırkası’nın (KHF) kurulduğu duyuruldu. Fırkanın tüzüğü ve programı yayımlandı. Muhiddin, İleri Gazetesi’ne verdiği röportajda; “Kadınlar Halk Fırkası, Mustafa Kemal’i yeni Türkiye’nin kurucusu, Halk Fırkası’nı da kurtarıcı kuvvet olarak görüyor. Artık kadınların iktisadi ve toplumsal gelişmeleri için uygun zemin hazırlandı. Bu yüzden Kadınlar Halk Fırkası adını seçtik.” diyordu.
1923’ün son aylarında kadınlar için çok önemli bir gelişme yaşandı. Hükümet tarafından medeni kanun çalışmalarını başlatacak adımlar atıldı. Halihazırda var olan Hukuk-i Aile Kararnamesi’ni gözden geçirme eğilimi oluştu. KHF’nin kurucuları yeni çıkacak yasanın kadınlar lehine olması için derhal harekete geçti. Özellikle çokeşliliğin kaldırılması isteniyordu. Bu yasa üzerine bir toplantı düzenlendi. Toplantıda meselenin ruhu olan iki madde, ‘talat ve taaddüd-i zevcat (birçok kadınla evlenme)’ tartışıldı. Tartışmalardan sonra İstanbul hanımlarının düşüncelerini saptamak için bir heyet kurulması önerildi. Bu heyetin içerisinde Halide Edib, ilk Türk kadın gazeteci Sabiha Zekeriya (Sertel), Nezihe Muhiddin, Azize (Kıbrıslı) gibi önemli isimler vardı.
Yapılan toplantının ardından konu İstanbul basınında geniş bir şekilde yer almaya başladı. Kadın hareketinin önemli destekçilerinden yazar Efzayiş Yusuf, yazısında Muhiddin’i tebrik etti. Nebihe Necmeddin, konuların hızlı bir şekilde meclise ve Gazi Paşa’ya iletilmesini söyledi. Sabiha Zekeriya, ilerlemenin ancak ve ancak kadının hukuki durumunda iyileşme olmasıyla mümkün olduğunu belirtti. Dönemin dergilerinin önde gelen kadın ve erkek yazarları görüşlerini paylaşmaya başladı. “Süs” dergisi konuyla ilgili özel bir sayı hazırladı. Bu sayıda Fatma Aliye, Kadınlar Halk Fırkası’na desteğini açıkladı. Ona göre kadın hareketi zamanının gereğiydi. Kadınlar arasındaki bu hareketliliğin sonucunda etkin bir kamuoyu oluşmuştu.
“Kadın hareketi zamanın gereğiydi.”
Kadınlar Halk Fırkası, oluşan bu gündeme rağmen hükümetten resmi olarak izin alamadı. Varlığını ve mücadelesini korumak adına Türk Kadınlar Birliği (TKB) adında bir cemiyete dönüşme kararı aldı. 1924 Şubat’ta resmen kurulmuş oldu. Bir yıllık kuruluş ve örgütlenme aşamasından sonra 1925 yılı, Türk Kadınlar Birliği’nin siyasal haklar hareketinin başladığı yıl oldu. Aynı yılın Temmuz ayından itibaren ise Kadın Yolu yayımlanmaya başladı. Dördüncü sayısından itibaren TKB’nin resmi yayın organı oldu. Dönemin en nitelikli dergilerinden biriydi ve önde gelen edebiyatçıların, düşünürlerin yer aldığı zengin bir içeriğe sahipti. Yaşar Nezihe, Hatice Refik, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Ahmet Cevdet gibi önemli yazarların yazıları yayımlanıyordu. Kadın Yolu, siyasal iktidara hem düşünce açısından katkı sağlıyor hem de danışmanlık işlevi görüyordu. Yeni cumhuriyetçi devleti kadın ve kadın hareketi üzerine bilgilendirme görevini üstlenmişti.
1926 senesinde kadınlar için en önemli gelişmelerden biri yaşandı. 17 Şubat günü, Medeni Kanun TBMM’nin 57. oturumunda görüşmeye ve onaya sunuldu. Aynı oturumda oy birliğiyle kabul edildi. Böylelikle birden fazla kadınla evlilik kaldırıldı. Ayrıca kadın ve erkek için yaş sınırı getirildi. Miras hukukunda düzenlemeler yapıldı. Toplumun birçok alanında eşitlik sağlandı.
Türk Kadınlar Birliği 1927 yılında seçimlerin hemen öncesinde tüzüğüne yeni bir madde ekledi. Bu madde kadınların siyasal haklarını kazanmasına yönelik bir maddeydi. Nezihe Muhiddin bu konuda; “İnkılapları doğuran hamlelerdir. Bu hamlelerimize her seçimde devam edeceğiz ve nihayet bu haklara bizler de her vatandaş gibi katılacağız.” demişti. Bu önerge meclise her taşındığında aksi yönde tepkilerle karşılaşılıyordu. O dönem Nezihe Muhiddin ve TKB’nin bu çıkışı karşılıksız kalmasına karşın bundan tam üç yıl sonra, 1930’da kadınlar belediye seçimlerine katılma, 1933’te muhtar seçimlerine ve nihayetinde, 1934 yılında da milletvekili seçimlerine katılma hakkını elde etti. Osmanlı’nın son yıllarından Cihan Harbi’ne, oradan Cumhuriyet’in kuruluşuna ve 1930’lara kadar Türk kadınının mücadelesi bir kar topu etkisiyle büyüyerek devam etti.
Nezihe Muhiddin ve adını anamadığımız yüzlerce kadınla güç kazandı ve nihayet Türk kadını sosyal, toplumsal ve siyasal haklarını uzun yıllar verilen mücadelelerin ardından kazanmış oldu. Türkiye de yirminci yüzyılda toplumda ve politikada kadına hak ettiği yeri veren öncü ülkelerden biri olarak adını tarihe yazdırdı.
İstibdat döneminin karanlığından sonra bu haklara sahip oluşumuzu başta Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonuna, Nezihe Muhiddin’in ve adları saymakla bitmeyecek Türk kadınlarının inancına, inadına, tutkusuna ve mücadelesine borçluyuz.
E-Bülten Kaydı
Gelişmelerden haberdar olun.