Manaki Kardeşlerden Cumhuriyet Filmine: Türk Sinema Tarihine Bakış

Yayın Tarihi: 26 Şubat 2024
Toplam Okunma: 282
Okuma süresi: 8 dakika

Oğuz Makal

Birkaç saat içinde kamera kullanmayı öğrenen yedek subay Fuat Bey (Uzkınay) abidenin yıkılış anını, diğer bir ifadeyle Türk sinema tarihin başlangıcı olarak kabul kısa belgesel filmi “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” nı çekmiştir.

Osmanlı’nın ilk sinemacıları Manaki Kardeşler’in çektikleri arasında Osmanlı Sultanı Reşad’ın Manastır ve Selanik ziyareti vardır. Bu çekim sırasında Manaki Kardeşler’in elindeki garip makineyi (kamera) gören padişahın mahiyetindekiler onları engellemek isteyince Sultan Reşad araya girmiş ve tarihe geçen şu sözü söylemiştir: “Bırakın çocuk oynasın!”

Theo Angelopoulos’un Ulis’in Bakışı filmi de Milton ve Yanaki Manaki Kardeşler’in 1905 yılında çektikleri yün eğirmekte olan büyükanneleri Despina’nın görüntüleri ile başlar. Angelopoulos, Odysseus’a yaptığı göndermelerle filmin isminden başlayarak, sadece bütün Balkanların ve sinemanın yüzyıl içindeki yolculuğuyla birleşmesini anlatmaz, aynı zamanda yaşamını “hiç yalan söylemeyen kamerama bağlı kaldım” diyerek özetleyen Manaki Kardeşler’in varlığını da bizlere hatırlatır.

  Fuat Bey 

1. Dünya Savaşı’na katıldıktan hemen sonra Cihad-ı Ekber ilan eden Osmanlı otuz altı yıl önce Ruslara yenilmiştir. Yeşilköy’e kadar gelen Ruslarla ağır koşullar içeren bir antlaşma imzalanmış, İstanbul işgalden ancak öyle kurtulabilmiştir. Ruslar bu ilerlemeyi hatırlatmak için devasa bir abide yaptırmıştır. 1914’e gelindiğindeyse bu abide için zaman gelmiştir, topçu atışları ile yıkılacak ve yıkılışı da müttefik Avusturya-Macaristan kameramanlarınca filme alınacaktır. Orada bağıra çağıra toplanan halk itiraz etmiş, Müslüman bir kişinin bu anıtın yıkılışını filme almasını istemiştir. Birkaç saat içinde kamera kullanmayı öğrenen yedek subay Fuat Bey (Uzkınay) abidenin yıkılış anını, diğer bir ifadeyle Türk sinema tarihin başlangıcı olarak kabul kısa belgesel filmi “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı”nı çekmiştir.

Yeşilköy’deki Rus Abidesi’nin Yıkılış Anı

Zaman içerisinde ulusal duygulardan yararlanan çoğunluğu foto roman üslubunda denilebilecek filmler yapılmıştır. 1919’a gelindiğinde savaş bitmiş, Malûl Gaziler Cemiyeti gelir sağlama amaçlı iki film çektirmiştir. Bu cemiyetin yapımcısı olduğu Mürebbiye filminin gösterimi, İstanbul’daki Fransız işgal kuvvetlerinin komutanı General Franchet tarafından, filmde yer alan bir Fransız kadınının küçük düşürüldüğü gerekçesiyle yasaklanmıştır. İşgal günlerini anlatan, hatta bu filmin çekimini de içeren bir filmin yapılması isabetli olabilirdi.

1923 yılına gelindiğinde, Muhsin Ertuğrul ilk film şirketimiz olan Kemal Film’in yapımcılığında, Kurtuluş Savaşı’nı konu alan Halide Edip Adıvar’ın romanı Ateşten Gömlek’i filmleştirmeyi üstlenmiştir. Her ne kadar şirket kötü bir olay nedeniyle kapansa da altı film çekilebilmiştir. İlerleyen yıllarda Muhsin Ertuğrul ise Nazım Hikmet’in yardımıyla Sovyetler Birliği’ne çağrılarak Odessa stüdyolarında Spartaküs (1926) filminin yönetmenliğini yapmıştır. Moskova’da bir araya geldiği Nazım Hikmet onu iki efsane tiyatro adamı Stanislavski ve Meyerhold ile de tanıştırmıştır. Ertuğrul, Nazım Hikmet’in deneysel tarzını çok önemsediği Meyerhold’un yanında bir süre kalmış ve sonrasında yapımcı kuruluş VUFKU (Sovyetler Birliği döneminde Ukrayna’da faaliyet gösteren bir film endüstrisi yönetim organı) yardımıyla Odessa’da çalışmaya başlamıştır. Ardından burada köle ve yoksullardan oluşan ordusuyla Roma İmparatorluğu’nu sarsmış gladyatörün hikâyesi Spartaküs (1926) ve Cezayir kadınlarının hayatlarıyla ilgili Tamilla (1927) adlı filmleri çekmiştir. 1928’de Türkiye’ye ve tiyatroya döndükten sonraysa İpek Film’i kurmuş, yeni film hazırlıklarına başlamıştır.

Türkiye’nin Kalbi Ankara belgeselinin yönetmeni Sergey Yutkeviç

Bu film stüdyosu ve yapım şirketinin kuruluşuyla beraber Muhsin Ertuğrul, Türk Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen ve izleyicinin de çok beğeneceği sessiz film Ankara Postası’nı 1929’da çekerek dikkatlere sunmuştur. Ankara Postası filminin senaryosu François de Curel tarafından yazılmış La Terre Inhumaine – İnsafsız Toprak oyununun çevirisinden uyarlanmıştır. Filme kısaca değinirsek, Türk Kurtuluş Savaşı’na karşı olan, Kuvay-i İnzibatiye komutanının eşi kurtuluşçularla savaşan kocasını görmek için İstanbul’dan Adapazarı’na gelir. Fakat burada kurtuluşçuların gizli elemanı, Kuvayi Milliyeci Kudret’e âşık olur. Aşkına rağmen onu ele vermek istediğindeyse Kudret’in annesi tarafından öldürülür. Kudret ise başka bir çatışmada yaralanır, görevini kardeşi Osman üstlenir. Muhsin Ertuğrul bu filmden üç yıl sonra, 1932’ye gelindiğindeyse Bir Millet Uyanıyor isimli filmini perdeye aktarmıştır. Ertuğrul, Kurtuluş Savaşı ve Çanakkale Savaşı’nda yaşanan dramatik olayları ele alan film, İstanbul’a gizli bir görevle gelen Nesrin’in kahramanca mücadelesi üzerine kuruludur. Ertuğrul, Bir Millet Uyanıyor filminin ardından ise Kurtuluş Savaşı’nı konu alan bir film daha yapmamıştır. Atatürk’ün isteğine rağmen kurmaca bir filmin yapılamamış olması da kaçırılmış bir fırsat olmuştur. Fakat neyse ki 1934’te Türkiye’nin Kalbi Ankara isimli belgesel film bu alana kazandırılmıştır. Sovyet sinemacılar Sergey Yutkeviç ve Lev Arnshtam’ın çektiği bu film, Türk Kurtuluş Savaşı’nın sürdüğü yıllarda Ankara’da görev yapan Sovyetler Birliği Savunma Halk Komiseri Kliment Voroşilov’un (Taksim Anıtı’ndaki kasketli Sovyet generali) başkanlığındaki Sovyet heyetinin vapurla önce İzmir ve sonrasında İstanbul’a gelişleri, coşkulu karşılanış görüntüleriyle başlar. Ardından, onuncu yıl kutlamalarını yaşayan başkent Ankara, kutlanan Cumhuriyet Bayramı töreni ve modern Türkiye görüntüleri ile devam eder.

1937 yılında siyah beyaz olarak perdeye aktarılan, polisin sürekli peşinde olduğu, zaman zaman tutukladığı şair Nazım Hikmet’in İpek Film adına senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini yaptığı Güneşe Doğru filmi de yukarıda değinilen filmler arasında düşünülebilir mi? Bu filmde, mütareke döneminde belleğini yitiren bir delikanlının 17 yıl boyunca kendisini bu dönemde yaşıyor sandıktan sonra geçirdiği bir ameliyatla iyileşmesi ve kendisini birdenbire Cumhuriyet Türkiye’sinde buluvermesi konu edilir. Fantastik konusu ile ilgi çeken film arşivlerde olmadığı için değerlendirme yapmak mümkün olmasa da filmin Muhsin Ertuğrul filmlerindeki gibi tiyatrovari bir dili olmadığı bilinmektedir.

Günümüze uzandığımızda da ulusal duygulardan yararlanan birkaç filmden söz etmek mümkündür. Örneğin, 1991 yılında Yavuz Özkan, Ateş Üstünde Yürümek ismi ile Kurtuluş Savaşı’nı modern bale anlatımı ile işleyerek aktarmıştır. Cumhuriyet’in 75. yılına armağan olarak Ziya Öztan, Cumhuriyet (1998) filmini çekmiştir. Film, Atatürk’ün İzmir’de yazar Halide Edip’le birlikte daha sonra eşi olacak Latife Hanım’ın davetine icabet etmesiyle başlayıp, Ankara’da mecliste 15-20 Ekim 1927 tarihlerinde ünlü Nutuk’u okurken ve Cumhuriyetin onuncu yıl tören görüntüleri eşliğinde sona ermektedir. Bir diğer olarak, 2010 yılında müzisyen ve yazar Zülfü Livaneli, Veda filmi ile Atatürk’ün yaşamını işlemiştir. Film, Atatürk’ün çocukluk arkadaşı ve daha sonra yaverliğini yapan Salih Bozok’un anıları üzerine kurulmuştur. Ki Bozok, Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu dakikalarda elini öperek ona veda ettikten sonra başarısız bir intihar girişiminde bulunmuş, oğlu Muzaffer’e ise bir Veda mektubu bırakmıştır.

Bugün, kurtuluş ve bağımsızlık savaşımızın en gönençli sonucu olan 29 Ekim’in 100. Yıl dönümünde Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk üzerine film eksikliğimizin bulunduğu ise açıktır.

Kategori: Sanat, Sinema

E-Bülten Kaydı

Gelişmelerden haberdar olun.

Yorum Yazın