Sunay Akın: Halit Kıvanç’ı Sevmeyen İnsanlığı Sevmez
Ege Kürkcü, Umut Yiğit
Halit Kıvanç cumhuriyet tarihinin sembol isimlerinden birisiydi. Doğduğu yıllar, kültürel birikimi, iş ahlakı ve sürekli kendisini geliştirmesiyle tam anlamıyla bir cumhuriyet çocuğuydu. Cumhuriyet çocuğu diyoruz ya, kendisi için de çocukların yeri apayrıydı. 23 Nisan etkinliklerinde bulunan çocuklara yaklaşımıyla, ekranları başında takip edenlere örnek olmuştur.
Futbolla geçen hayatından çocuklara verebileceği en güzel hediyenin de bir futbol topu olacağını söylüyor ve Pele’nin imzaladığı topu Oyuncak Müzesi’ne hediye ediyor. Bu topa ev sahipliği yapan Sunay Akın da Halit Kıvanç’tan öğrendiklerini, Halit Kıvanç’ın Oyuncak Müzesi’ne kattıklarını anlattı.
Umut Yiğit: Araştırdıkça, okudukça bambaşka bir karakterle karşı karşıya olduğumuzu hissediyorum Halit Kıvanç’la. Gazeteciliğin, yayıncılığın, cumhuriyet dönemi sonrası şahidi birisi. Gazetecilik var, anlatıcılık var, çevirmenlik var, sunuculuğu var, her şey var. O yüzden böyle birden çok vasfı olan çok ilginç bir insan. Siz nasıl tanımlarsınız Halit Kıvanç’ı?
Sunay Akın: İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin edebiyat dünyasına baktığımız zaman Halit Kıvanç’ı hep orada görüyoruz. 1950’li yıllar yani. Ama o yılların Türkiye’sinde Halit Kıvanç’ın ilk sıfatı, gazetecidir.
O yıllarda gazeteciler Cağaloğlu geleneği içinde kimlik kazanmışlardı. Yani gazeteler Bab-ı Ali dediğimiz ya da gazetecilerin “Bizim Yokuş” adını verdiği Cağaloğlu’nda bir araya geliyorlardı. Dönemin bütün gazetecileri Cağaloğlu’ndaydı. Aynı zamanda bütün yayınevleri ve bütün delegeler de oradaydı. Bu yüzden gazeteciler şairlerle, yazarlarla, bilim insanlarıyla, tiyatrocularla ve ressamlarla çok yakın arkadaştılar. Muazzam bir birliktelik vardı.
Halit Kıvanç’ın o entelektüel kimliği burada doğmuştur zaten. O yıllarda edebiyatçılar ve tiyatrocular futbol maçı yapmaya karar veriyorlar. Üsküdar sırtlarındaki Altunizade sahasında buluşuyorlar. Çok ilginç orada Altınyurt Spor Kulübü var. Altınyurt’un spor kulübünde de Nâzım Hikmet’in manevi oğlu Memet Fuat görev yapıyor. Yine bu dönemde, bir yanda bir futbol maçı var ama öte yandan da o yıllarda çok ünlü bir dergi çıkıyor, bir edebiyat dergisi. Bu dergi çok önemlidir. Pek çok insan o dönemde burada şiirler, yazılar, öyküler yayımlanmıştır. Örneğin Edip Cansever, Ülkü Tamer, hafızam beni yanıltmıyorsa Cüneyt Arkın’ın da öyküsü orada çıkmıştır. Fahrettin Cüreklibatur da oraya gidip geliyor yani o temasın içinde, Cemal Süreya da öyle. Cemal Süreya ile sohbetimizde Cüneyt Arkın ile A Dergisi vesilesiyle tanıştığını söylemişti. Demek ki sanatla bir şekilde buluşan insanlar hep bir aradaydılar ve şimdi bu futbol maçından söz ederken niye bir A Dergisi, edebiyat dergisinden söz ediyoruz; bu dönemin ortamını daha iyi anlayabilmek için.
O futbol maçına, Altınyurt Spor Kulübü forma veriyor. Daha doğrusu maçın hakemi Halit Kıvanç ve Halit Kıvanç’ın giydiği formada Altınyurt Spor Kulübünün arması, küçük bir “a” harfi var. Bu “a” harfi aynı zamanda A Dergisi’nin de logosu. Şimdi bir spor kulübü, bir edebiyat dergisi şairlerin, yazarların, edebiyatçıların ve tiyatrocuların yapmış olduğu bir futbol maçı ve hakem Halit Kıvanç. O yılların iklimini bize anlatıyor “a” harfi. Böyle bir dönem. Halit Kıvanç maçı yönetiyor. Çok da güzel yönetiyor ama tabii çok gırgır yönetiyor. Bunu edebiyatçıların kalecisi Adnan Özyalçıner ustamdan bizzat dinlemiştim, o da o maçta kaleciydi. Maçı 5-3 edebiyatçılar kazanıyor ama Halit Kıvanç maçın kopmaması, dengeye gelmesi ve beraberlikle sonuçlanması için elinden geleni yapıyor.
Halit Kıvanç böylesine entelektüel bir ortamda yetişmiştir. Fakat dediğim gibi bunun köklerini, bunun kültürel genlerini, Cağaloğlu geleneğinden almıştır. O dönemin yazarlarının, aydınlarının, sanatçılarının, bilim insanlarının hepsinin mutlaka haftada bir gün uğradığı, en azından yokuşta birbirleriyle selamlaştığı, görüştüğü, yayınevlerinde, gazetelerinde ya da dergi bürolarında karşılaştığı Cağaloğlu’nun ortamını iyi anlamalıyız ki Halit Kıvanç’ı anlayalabilelim. Benim Halit Kıvanç’ı ilk gördüğüm yer de burasıdır. Milliyet Gazetesi’ne giderken görmüştüm onu ilk kez. Ortaokul yıllarında öğrenciydim, ilk orada gördüm Halit Kıvanç’ı, Cağaloğlu’nda.
Zamanla Cağaloğlu’nu dağıttılar ve o hafızayı yok ettiler
U.Y: Çok güzel ortammış.
S.A: Zaten 12 Eylül darbesinden sonra Türkiye’yi yaşadığımız şu karanlık döneme hazırlayan en önemli hamlelerden, hafıza kayıplarından biri Cağaloğlu’nun ortadan kaldırılmasıdır. Her zaman basının bir sermaye ile ilişkisi vardı elbette ama gazetelerin başında gazeteci olan yöneticiler vardı o zamanlar. Zamanla Cağaloğlu’nu dağıttılar ve o hafızayı yok ettiler. Sadece Cumhuriyet tarihi için değil Osmanlı döneminde başlayan modernleşme tarihimiz için de çok önemli bir yere sahipti anlattığım bu kültürün kökleri.
Ege Kürkcü: Her dünya kupasıyla ilgili anısı var ve bütün bir ülke tek bir ses dinliyor ki o da Halit Kıvanç’ın sesi. 1950’lerde henüz ismi duyulmamış bir futbolcuyken ilk kez onunla Halit Kıvanç röportaj yapıyor. Pele de ona imzalı bir top veriyor. Ve şu an o top İstanbul Oyuncak Müzesi’nde.
S.A: Evet. Benim çocukluğumda iletişimde plaklar çok önemliydi. Sadece müzik dinlemezdik, ben çok severdim plakları. Okula başlamadan bile plak koleksiyonu yapıyordum, plaklar alıyordum ve evde teypli plaklar dinliyordum. 5-6 yaşındaydım. Plağı çizmeden o teybin iğnesini plağa koymayı ve sonra onu kaldırmayı çok iyi biliyordum. İşte çok sevdiğim plaklardan biri Halit Kıvanç’ın anlattığı maçlardı. Böyle bir plağı vardı Halit Kıvanç’ın.
Ben radyodan çok hatırlamıyorum sonradan çok dinledim tabii ama onunla ilk futbol anlatımında karşılaşmam bir plak sayesinde olmuştur. 1958 İsveç Dünya Kupası çok önemlidir. İsveç Dünya Kupası’nın önemi şu; 1930 yılında Uruguay’da ilk Dünya Kupası düzenlenmeden önce futbol maçları olimpiyatlarda oynanıyordu. 1924 Olimpiyatları’nda, 1928 Olimpiyatları’nda bir Latin Amerika takımı olan Uruguay şampiyon oldu. Oysa o yıllarda sömürgeci Avrupa hep Amerika yerlileri köle olarak gördüğü için ırkçı denebilecek şekilde aşağılayıcı gözlerle bakıyordu.
Halit Kıvanç medyanın şairidir
Düşünsene beyaz adam için son derece değerli olan bir futbol turnuvasının kupasını o “aşağılık” insanlar alıyorlar ve Uruguay’a götürüyorlardı. Bu yüzden ilk dünya kupası Uruguay’da yapılıyor çoğu ülke de gitmiyor ve katılmıyordu. Ondan sonra sürekli olarak Latin Amerika için futbol beyaz adama bir başkaldırı simgesine dönüşmüştü. Ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yani 1958’de İsveç’de Dünya Kupası düzenlenmesine karar veriliyor. Brezilya, Uruguay ve Arjantin gibi Latin Amerika takımları Avrupa’ya gelmiş oluyor.
Tabii Halit Kıvanç röportaj yapmak için Brezilya kampına gidiyor. Brezilya’nın en ünlü futbolcularıyla da randevu ayarlıyor. Bu arada bana bu hikâyeyi bizzat kendi ağzından dinlemek nasip oldu. Brezilya’nın kamp yaptığı otele gidiyor röportaj yapacak karşısına kimsenin tanımadığı, gencecik, çocuk denebilecek yaşta birini getiriyorlar. “Öteki futbolcular yok efendim bununla röportaj yap.” diyorlar. Halit Kıvanç “Haliyle bozuldum Sunay.” demişti. “Çocuk da bana bakıyor böyle, sevimli bir çocuk, ayıp olmasın diye çocuğa çıkardım soruları yaptım röportajı Bu arada onu getiren refakatçısı bana dedi ki bu çok ünlü olacak. Neyse yaptım röportajı döneceğim artık ama hiç keyfim yerinde değil. Bir baktım tam o anda giderken bir top aldı eline imzaladı ve bana uzattı. İçimden dedim ki ya şuna bak adam oldu da bir de top imzalıyor.” Topun üstünde Pele yazıyor ve o Dünya Kupası’nı Brezilya Pele’nin inanılmaz futboluyla kazanıyor.
Tabii Halit Kıvanç’la pek çok yerde karşılaştık, sohbet ettik. Ben İstanbul Oyuncak Müzesi’ni kurma aşamasındayken bana dedi ki “Oyuncak Müzesi’ne geldiğimde Pele’nin topunu sana armağan edeceğim” ve sözünü tuttu Halit ağabey. Ne mutlu bana ki o topu İstanbul Oyuncak Müzesine verdi. “Çünkü bu topun kalıcı olması gerekir, herkesle buluşması gerekir, o yüzden bunun yeri bir müzedir, zaten dünyanın en büyük oyuncağı top değil midir?” diyerek o topu İstanbul Oyuncak Müzesi’ne bağışladı. Bütün dünyayı peşinden koşturan toptur. Dünya kupaları onsuz olmaz.
Halit Kıvanç gerçekten büyük bir yetenekti hatta medyanın şairiydi diyeyim.
Spikerlik, sunuculuk, anlatıcılık her anlamda çok yetkin bir insandı. Bakın TRT’nin siyah beyaz olduğu yıllarda, iyi spikerler vardı ama hani, “TRT sunuculuğu” denir ya o dille konuşuyorlardı. Bunun dışına çıkan çok ender örnekler vardı, bunların başında Halit Kıvanç gelir. O’ndan sonra da Fecri Ebcioğlu, çok sonra da Orhan Boran, Cenk Koray. Bu saydığım dört isim televizyon dünyasında, sunuculukta çok önemlidir. Tabii bunların öncüsü, insanların en çok dinlemek istediği kişi Halit Kıvanç’tı. Spikerliğe bir karakteri, bir kimlik kazandırdı. Nerede bir etkinlik, bir sahne ya da bir televizyon programı seyretsek Halit Kıvanç’ı orada görmek isterdik. Başarılı biri olmasına ek olarak çok da güzel bir insandı güler yüzlü ve umut doluydu.
Ben onu hiçbir zaman karamsar, kötümserlik içerisinde, tatsız tuzsuz görmedim. Bence bir aktördü aynı zamanda. Büyük bir drama yeteneği vardı. Ve bence bu da entelektüel birikiminden kaynaklanıyordu. Binlerce tiyatro oyunu seyretmiş, konsere gitmiş, kitaplar okumuştur Halit Kıvanç.
Hâl böyle olunca insanların karşısına çıktığı zaman bilgeliğinin ışığıyla her şeyi aydınlatıyordu. Çok kendine özgü bir dili, bir Türkçesi vardı. Anlatım esnasında da bunu çok iyi kullanıyordu. Tatsız tuzsuz giden bir maçı bile öyle bir anlatıyordu ki, seyircinin enerjisi yükseltiyor, iştahını açıyordu. 23 Nisan etkinliklerini sunduğu dönemler ise Halit Kıvanç’ın zirvede olduğu zamanlardı.Ortada bir Halit Kıvanç var onun etrafında kusursuz şekilde bir şeyler oluyordu. Bunu yaparken asla kibirli, böbürlenen, rol çalan biri olmuyordu. Çok alçak gönüllü, çok yumuşak, sevgi ve saygı dolu, gerçek bir cumhuriyet aydınıydı. Cumhuriyetin bütün değerlerini onda görebilirsiniz.
Beynindeki çekmeceleri doğru tasnif ediyorsun, sevdiğin şeyleri koyup onları unutmuyorsun
U.Y: Halit Kıvanç’ın hikâye anlatıcılığı kısmında daha doğal, organik bir tarafı var. Sanırım bunun da hafızayla bir ilişkisi var. Hafızası da güçlüymüş ek olarak iyi de bir arşivciymiş.
S.A: Hayatı boyunca yaptığı işleri gelip geçici bir şey gibi görmedi. Onları hep içselleştirdi. O anları yaşadı ve orada mutluydu. Zaten anlatıcılık ve sahne öyle bir şeydir.İşte başlıyoruz, iki saat sonra ineceğiz sahneden ya da maç başlıyor 90 dakika sonra bitecek gibi bakmadı yaptığı işlere. O anları hep beyniyle, kalbiyle, her şeyiyle yaşadı. Dolayısıyla bu zihnindeki çekmeceleri tasnif ederken bir iş olarak girmedi, ben de öyleyim. Yaptığım hiçbir şeyi iş olarak görmüyorum, sevdiğim için, mutlu olduğum için yapıyorum. Öyle olunca da bu hafızan kuvvetli oluyor. Beyindeki çekmeceleri doğru tasnif ediyorsun, sevdiğin şeyleri koyuyorsun, o zaman onları unutmuyorsun. Kendi adıma söyleyeyim, benim yetişmemde Halit Kıvanç en önemli isimlerden biridir.Orhan Boran, Halit Kıvanç, Altan Erbulak, Erol Günaydın çocukluğumuzun dünyasında çok etkiliydiler, bizden sonra da Barış Manço önemli bir karakterdi. Bu isimler çocuklara birey olduğunu hissettiriyorlardı. Onların gözünde biz çocuk değildik, biz çok değerliydik, biz dünyanın en önemli insanlarıydık. Halit Kıvanç da o diğer güzel insanlar da bize hep bunu hissettirdiler, bunu çok önemsiyorum.
E.K: Oyuncak Müzesi’nin açılış sürecinde katkılarından bahsettik, hediye ettiği Pele imzalı top en başta olmak üzere. Bunun dışında müze hakkında genel olarak ne düşünüyordu, örneğin oyuncak hediye etti mi kendi oyuncaklarından?
S.A: Kendi oyuncakları yoktu. Bana, birkaç tane dünya kupası maskotu hediye etmişti. Kendi çocukluğuna ait oyuncakları yoktu, zaten onun çocukluğunda doğru dürüst oyuncak da yoktu diyebiliriz. Fakat müzenin en büyük destekçisiydi, müzenin açılışını zaten o yapmıştı. Müzenin açılışını sundu, 23 Nisan’larda da hep burada oldu. 23 Nisan bizim için en önemli gündür, müzemizin de kurulduğu gündür. 23 Nisan etkinliklerinde balkondan elinde mikrofonuyla seslenirdi Halit Kıvanç. Etkinliğe hep o hakim olurdu, rahatsızlığı ortaya çıkana kadar bizimleydi, müzedeydi. Müze etkinliklerine hep gelirdi. Hiçbir zaman, müzenin etkinliklerinde bizi yalnız bırakmadı. Burayı çok seviyordu biz de onu çok seviyorduk, zaten Halit Kıvanç sevilmez mi, Halit Kıvanç’ı sevmeyen insanlığı sevmez. Halit Kıvanç büyük bir hümanizmaydı.
Halit Kıvanç çok güzel, sağlam bir kumaştı
E.K.: 2012’de Avrupa Oyun Çocuk ve Oyuncak Müzeleri Birliği’nde sanırım sizinle birlikte sahnedeydi?
S.A: Evet tabii. Çocuk dünyasına hitap eden her yere gelmek isterdi. O etkinlikte de, çocuk dünyasına katkıda bulunan, onu yücelten insanlara müze adına plaketler, ödüller verdik. Tabii ki Halit Kıvanç da oradaydı. Dedim ya böyle onlarca etkinlikler var.
Etkinlikler dışında da görüşürdük. Eşi Bülbin Hanım da çok değerli bir insandı. Çok güzel insanlardı. Hani her kuşak der ya bizden sonrası ne olacak, her şey bozuluyor. Çok klasik bir söylem. Ben öyle düşünmüyorum gençlik her zaman daha iyidir, Halit Kıvanç da öyle düşünmezdi. Gençleri severdi, gençler her zaman bizden daha iyi olacak derdi.
Halit Kıvanç kelimenin tam anlamıyla asil bir insandı biliyor musun, yani böyle çok sağlam güzel bir kumaştı. Dokunursun ya böyle kadife gibi, gözünü kapat, eline kumaş parçaları dokunduğun “bu neymiş ya” dersin ya, öyle kaliteli bir insandı. Hayatımıza da öyle dokunmuştur, o güzelliği katmıştır.
1966 Dünya Kupası’yla ilgili bizzat anlatmıştı. Kupanın belgeselini Abidin Dino çekmiş. Abidin Dino’ya kupa başlamadan önce hangi açıdan, hangi pozisyonu sahada nasıl çekeceğinin çizimlerini bile yapmış. Bu kitap olarak çıktı sonradan. 60’lar, işte sözünü ettiğim insanlarla ile Halit Kıvanç’ın bir arada olduğu zamanlar. O kuşağın temsilcileri gibi Halit Kıvanç da on parmağında on marifet denilen insanlardandır.
Bizim Halit Kıvanç’ımız futbolu yıllar önce öyküleştirdi
E.K: Fıkra kitapları üstüne çalıştık, dünya kupası anıları, bir kupanın bütün tarihi, 1930’ları kaçırdıktan sonra, 1950’lerden itibaren hepsini birebir şahidi olarak anlattığı anılar. Onları o kitapta okumak bambaşka bir şey.
S.A: Ben Eduardo Galeano’nun Gölgede ve Güneşte Futbol kitabını okuduğumda dedim ki Halit ağabeyin kitaplarının yanında bu bir şey değilmiş. Çok daha eskidir onunkiler Galeano’nun kitabından. Öyle bir dil oluşturmuştu ki futbolu hikâyeleştirerek sadece sahayı değil, saha dışındaki olaylarıyla harmanlayarak renklendiriyordu. Bizim Halit Kıvanç’ımız futbolu yıllar önce öyküleştirdi.
E.K: Dünya Kupası’nda olağan şekilde bir spikerin yaptığı gibi maçta olanları anlatıyor. Kupa sürecinde Arjantin sokaklarında yaşadıklarını anlatırken çıkıp Arjantinlilerle Arjantinliymiş gibi seviniyor. Fakat oradaki nokta Arjantinliler kupaya sevinirken Halit Kıvanç da o dönem ilk televizyon yayınını kilometrelerce uzaktan yapabildiği için seviniyor. Bambaşka hikâyeler barındırıyor içinde.
S.A: Yani bu da şunu gösteriyor aslında Halit Kıvanç dünya kupalarında bir çelebi oluyor. Nasıl Evliya Çelebi gezip, gördüğü yerleri yazmış. Farkına varmadan Halit Kıvanç’ın yazılarında büyük bir gezginle karşılaşıyoruz. Gittiği yerleri, oranın kültürünü, coğrafyasını anlatıyor.
Gittiği her yeri anlatıyor bizlere bilgiler sunuyor böylece hiç gitmediğimiz yerlerdeki kültürü tanıma şansına erişiyoruz. Bu da gerçek bir gezgin olduğunun kanıtıdır. Çok yönlü dedim ya gidip oturup 90 dakika maç anlatıp, çıkıp giden biri değil.
E.K: Hem öncesi var hem de sonrası var, yaşanan her şeyi anlatıyor.
S.A: O yıllarda iletişim bu kadar güçlü değil. O gördüğü her şeyi, “Ya bak ben bunu ülkemin insanına nasıl anlatmalıyım, bunlardan haberdar olmalı benim ülkem, bu bilgiye sahip olmalı.” kaygısıyla anlatıyordu. Gideyim günümü gün edeyim, çıkayım maç anlatayım gibi davranmıyordu. Gördüğü her güzelliği gelip buraya anlatma çabası ve sorumluluğu hissediyordu.
E.K: Az önce dediniz ya işini bir iş olarak değil kitabında dediği gibi “Futbol Bir Aşk” gözüyle bakıyor. Hem işini çok seviyor hem insanları çok seviyor.
S.A: Halit Kıvanç her şeye öyle baktı ya. Yaptığı işten en büyük verimi çıkarmaya odaklıydı.
U.Y: İtalya’ya gitmişken Papa ile röportaj yapmak gibi.
S.A: Tabii, Halit Kıvanç’ın röportajları bambaşka. Benim için onu ilk duyduğum yer futbol olduğu için sadece bu alanda gibi geliyor ama sonradan ben de o hocayı tanıdıkça, hele ki kendisiyle sohbet ettikçe büyük bir okyanus olduğunu gördüm. Büyük bir entelektüel, hümanist, adaletli, vicdanlı ve sevgi doluydu. Kötü hiçbir şey duymadım ben ondan, birisine kötü bir söz, hakaret, küfür vs hiç duymadım. Bu insanların böyle bir asaleti vardı.
E.K.: Kendi ağzından da açıklaması var, kırgın olurdum ama bunu yansıtmazdım diye.
S.A: Hiç yansıtmazdı. Eskilerin değişi ile evliya gibi bir adamdı. Çok, çok güzel biriydi. Ondan çok şey öğrendik, bize çok şey kattı. Ben okuldan aldıklarımdan daha çok, okul olmayan yerlerde bu güzel insanlardan çok şey öğrendim. Onlar bizim hocalarımız oldu, en büyük şansımız buydu. Bizim yetiştiğimiz dönem böyle bir dönemdi işte.
E.K: Biz nesil olarak 2010’ların başından itibaren NTV Spor döneminde yakalayabildik. Mert Aydın’la yaptığı programla.
S.A: Tabii ne güzeldi o programları değil mi, radyo programları da çok güzeldi.
Bütün Cumhuriyet değerlerinin temsilcisiydi
E.K: İnanılmazdı. Gazete küpürlerini açıp o masada hepsi üzerinden örnek veriyordu. NTV Spor döneminde arşivlerini ekrana yansıtmak için her şeyi yapıyordu.
S.A: Müthiş. Şu vardı; çok zulüm, çok haksızlıklar yapılmıştı. Bu kadar değerli bir insan. Türkiye’nin bu son siyasi yapılanmasında neler vardı biliyorsun, ne bayramlar hiç akla gelmez mi? Halit Kıvanç ya. Ne kötülük yapmış ki Halit Kıvanç ülkeye. Çok itilmişti yani bütün cumhuriyetin değerlerinin temsilcisiydi. Cumhuriyetin güzel değerleri derken nedir işte insan hakları, demokrasi, adalet. Zaten hukukçu kendisi biliyorsun, hakimlik yapmış yani.
Cağaloğlu’nda gördüğüm insanlar başkaydı, ben Yaşar Kemal’i de, Aziz Nesin’i de ilk orada gördüm. Ortaokul öğrencisiyim daha lisede bile değilim ya ama okuyorum. Hafta sonları hep oraya giderdim. Cebimde harçlığım bir sosisli almaya yetiyordu. O Sirkeci’deki büfeden, Üsküdar’daki evime dönerken sosisli alıyordum. Evime yürürdüm niye biliyor musun? Birilerini göreyim diye. Ve muhakkak birkaç kişi görürdüm. Şimdi Halit Kıvanç diyoruz ya o etrafıyla beraber şekillenen güzel insanlardandı. Haydar Ergülen’in dediği gibi “O iyi insanlar o güzel atlara bindiler çekip gittiler.” Yaşar Kemal’in olarak bilinir ama Haydar Ergülen’in sözüdür o.
E-Bülten Kaydı
Gelişmelerden haberdar olun.
[…] Gazete kupürleri dediğinizde hatırladım, Socrates dergiye bir arşiv hediye etmiş. Sunay Akın’a da Pele’nin imzalı topunu hediye etti. Hep bir arşivci tarafı vardı […]