“Gerçeğe bakmıyorum, ekrandaki hikâyelerden ilham alıyorum”

Yayın Tarihi: 7 Ağustos 2024
Toplam Okunma: 502
Okuma süresi: 20,4 dakika

Bilge Arslan , Elif Su Yevsükof

Sektörün dizi ve tiyatro alanlarında faaliyet gösteren Batıkan Köse, iki alan arasındaki farklılıklara ve sürecin nasıl ilerlediğine değindi. Meslekte istikrarın önemine vurgu yapan Köse, ancak istikrarlı olabilenlerin işi sürdürebileceğini belirtti. Sektöre giriş sürecini anlatan Batıkan Köse bu süreçte yaşadıklarını ona kattıklarını anlatıyor.

Batıkan Köse kimdir? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

İstanbul doğumlu bir yazar ve senaristim. Genelde hikâye anlatıyorum ve neredeyse her alanda çalıştım. Ben bu işlere biraz genç yaşta başladım. 2014 yılında İletişim Yayınları’ndan kitabım çıktı. Sonrasında ise bir edebiyatçı olarak yazarlığa başladım, 2017 yılında ikinci kitabım çıktı. Bu kitaplardan sonra beni BKM’den bir arkadaş aradı. Skeç yazıp yazamayacağımı sordu. Ben de yazarım dedim. 3 tane skeç yazdım ve yazdığım skeçler oynandı. Daha sonra orada bulunan yetkili biri bana sen bize gel dedi ve bu şekilde skeç yazmaya başladım. 2018’den beri skeç yazıyorum ve başlangıcım bu şekilde oldu. Batıkan Köse kimdir sorusunun cevabı şu an tam olarak budur.

Arada senaryo yazıyorum, bazen ise bir kitabın diziye uyarlanması gibi uluslararası işler oluyor ve onlara tretman yazıyorum. Film geliştirme atölyelerine katılıyorum ve animasyonla uğraşıyorum. Yaptığımız animasyonları festivallere gönderiyoruz. Kısaca şu an yazının her alanında bulunuyorum.

Animasyonun sadece yazım tarafında mısınız?

Hayır, sadece yazım tarafında değilim aynı zamanda animasyonu da çiziyorum. Yazma, çizme ve çekim gibi işler yapıyorum. Radyo, Sinema ve Televizyon mezunuyum bu yüzden sanatın her alanında bulundum. Kendimce çizgi filmler, küçük felsefi animasyonlar yapıyorum. Böyle şeyler yapmayı seviyorum fakat pandemi döneminde biraz saldım. Öncesinde de çiziyordum ama ben bunu paylaşayım havasında değildim. Bu konuda biraz eski kafalıyım. Instagram’a geç girdim, TikTok’u hiç anlamadım ki hâlâ anlamıyorum. Gerçekten keşfet kısmına basmaya korkuyorum. Bu yüzden sadece 2-3 arkadaş takip ediyorum ama şu sıralar sıkıldıkça düzenli paylaşımlarda ve üretimlerde bulunuyorum. Ayrıca yayımlamadığım çok fazla içeriğim var. Ben ürettiklerimi hemen yayımlamam.

İlk hikâyenizi ne zaman, kime okuttunuz? Tepkisi ne oldu, acımasız mıydı?

Yazdıklarımı ilk ağabeyim okuyor, her zaman o okur. Tabii bir ağabey acımasızlığı da gerekiyor, bence dost acı söyleyemiyor. Senaryo, öykü gibi hangi konuda olursa olsun yazı meselesinde ağabeyime çok güveniyorum. Ağabeyimden ve birkaç arkadaşımdan fikir almaya çalışırım ama genellikle aldığım bu fikirleri hiç uygulamam. Böyle bir huyum var aslında, sormayı, fikir almayı, danışmayı çok severim ama uygulamam. İlk profesyonel anlamda öykümü yazdığımda hatırladığım güzel olmuş dedi ama havalara uçmadık, ne güzel öykü demedik. Bunların hepsi yavaş yavaş oldu.

O zaman da hep yazıyordunuz. Belki de o yüzden bir şaşırma olmamıştır.

Ben yazdıklarımı liseden beri dergilere gönderiyordum fakat sonuç almam 4-5 seneyi buldu, tam da üniversite yıllarıma denk geldi. Sonra ise dergiler gönder bir bakalım demeye başladı. Bana büyüklerim hep önce öykülerden başlanır sonra kitap yazılır, bunlar yavaş yavaş yapılır derlerdi. Ben ise beklemek istemediğimi ve kitap yazacağımı söyledim çünkü sürekli olarak yaşımız geçiyor düşüncesindeydim. Yine The Beatles’tan örnek vereceğim, adamlar 22 yaşında dünyayı fethetmiş, biz neden 30-40 yaşını bekliyorduk? Bana saçma geliyordu. Bu yüzden direkt olarak bir kitap yazdım ve İletişim Yayınları’na gönderdim. Editör bana, “İlginç ya bunlar, gönder sen” dedi ve bu şekilde böyle bir yola girdim. Hiç yavaş yavaş yükseleyim gibi bir duruma girmedim, kitabı direkt yazıp gönderdim. Bence insan böyle olmalı.

 “Bir skeç yazarken genellikle canımızı sıkan sorunlara yöneliyoruz. Bazen bu konularda o kadar skeç yazıyoruz ki fikirler tükeniyor.”

Yazdığınız ilk skeç neydi ve nasıl sonuçlandı? Bir skeç yaratma süreci nasıl işliyor?

Yazdığım ilk skeç Durdurucular’dı. 2018-2019 olması gerek tam tarihi hatırlamıyorum. Yazarken üzerine çok fazla düşündüm. Beşiktaş’tan karşıya geçmeye çalışırken sürekli durdurmaya çalışan anketçiler, parfüm satanlar var ya onlarla dalga geçen bir skeçti.

Bir skeci yaratırken ilk olarak toplantı yapıyoruz ve Bir skeci yaratırken ilk olarak toplantı yapıyoruz ve f i kir alışverişinde bulunuyoruz. Biz ne anlatalım, canımızı ne sıkıyor gibi sorunlara yöneliyoruz. Bazen canımızı sıkan konularda çok fazla skeç yazdığımız için konular tükenmiş oluyor. Biz de bu durumlarda parodi, dizi ve TikTok videolarından yola çıkarak bir şeyler yapıyoruz. Bunlara yöneliyoruz ve buna bir hikâye yazalım, karakter koyalım diyoruz. İlk önce 10 sayfa bir şey yazıyoruz ve ortaya saçıyoruz artık ne çıkarsa diye. Sonra arkadaşlar onu şakalıyor. Yani genelde yazılar tek yazılmıyor, oynayanlar ve biz bir şeyler ekliyoruz. Beş altı kişi kolektif bir çalışma oluyor.

Çalışmalarınızda ilham kaynağınız ne oluyor? İlham aldığınız yazarlar oluyor mu?

Çizgi filmlerden çok fazla ilham alıyorum. Özellikle Cartoon Network‘ü ve Nickelodeon’ı çok seviyorum. Fox Kids’te geriye dönüp baktığım çizgi filmler oluyor ve onları arşivlemeyi çok seviyorum. Regular Show’u çok seviyorum, Seinfeld’ten aldıklarım var. Ben gerçeğe çok bakmıyorum, ekranda ki hikâyelerden ilham alıyorum. Haber beni çok fazla beslemiyor ve haber izlemeyi çok sevmiyorum. Karikatürler daha çok ilgimi çekiyor, özellikle Umut Sarıkaya karikatürleri. Zihnimi çalıştıran içerikler beni besliyor ama sosyal medya beslemiyor. Yabancıları dinlemeyi çok seviyorum özellikle ilk defa tanıştığım birini dinlemeyi çok seviyorum. İnsanlar ilk defa tanıştıklarında daha fazla şey anlatıyor, birden içlerini döküyorlar. Sormuyorum ama her şeyi anlatıyor, ‘bana bunu kimse yapamaz’ diyor. Belki dostuna, ailesine anlatmayacağı konuları anlatıyor.

Yaratıcı ekipte yer alıyorsunuz. Diğer ekiplerle olan koordinasyonu nasıl sağlıyorsunuz? Diğer birimlerle iletişiminiz ve koordinasyon süreci nasıl ilerliyor?

Skeçleri üç dört kişi yazıyoruz ve gruba atıyoruz. Sonrasında okuma yapılıyor. Okuma esnasında yeni espriler ekleniyor veya çıkarılan kısımlar oluyor, bize revize geliyor. Sonra iki kere prova revizesi oluyor ve skeç son hâlini almış şekilde oynanıyor. Aslında skeç oynanana kadar sürekli yazıyoruz. Skeç 7 günde gerçekleşen bir olay ama dizi ve filmlerde süreç bu şekilde işlemiyor. Dizilerde bize bir tretman yazıyorum, onaylanıyor veya onaylanmıyor. Sonra senaryoya geçiyorum, bu senaryoya revize geliyor. Senaryo okunması için oyunculara gidiyor, yine bir revize geliyor veya yapımcı istemiyor ve sahne tekrar değişiyor. Çekilene kadar veya çekim esnasında yeni revizeler gelmeye devam ediyor ve ek çekimler yapılıyor. Bu 7-8 haftalık bir süreci kapsıyor.

Dizide olan benzer şey ise okuma revizesi. Oyuncu ben bunu okumam, yönetmen ben bunu çekmem diyor yani böyle şeyler olabiliyor. Mesela bu konuşmayı evin içine alalım, iki sahneyi birleştirelim gibi ekonomik çözümler üretiliyor. Genellikle dizi ve filmlerde estetikten çok ekonomik revizeler geliyor. Skeç veya seyirciye yönelik içeriklere daha komik, dinamik olsun gibi estetik bakış açılı eleştiriler geliyor.

Yazdığınız ancak TV’de oynanması zor olduğu için ya da başka herhangi bir sebepten dolayı oynanamayan skeçleriniz/senaryolarınız oluyor mu? Bu durum size nasıl hissettiriyor?

Bazen skeçler sansüre uğruyor veya kanal kesiyor. Bazen kendi içimizde espriyi yumuşatıyoruz, otosansür var. Film ve dizilerde zaten direkt otosansür Bazen skeçler sansüre uğruyor veya kanal kesiyor. Bazen kendi içimizde espriyi yumuşatıyoruz, otosansür var. Film ve dizilerde zaten direkt otosansür var çünkü yazamayacağımız konular oluyor. Başımıza çok büyük şeyler gelmedi. Bazen komik olmayan içerikte yayımlanmıyor, buna sansür denmez bu estetik bir tercih. Şu an spesifik olarak hatırlamıyorum ama yazdıklarımın 1-2 kere yayımlanmadığı oldu.

 “Dizi ve filmlere estetik revizelerden ziyade ekonomik revizeler geliyor.”

Anlatmaktan/ bahsetmekten çok hoşlandığınız bir durum veya şehir var mı?

İlişkiler etrafında dönen konuları anlatmayı çok seviyorum, Woody Allen filmlerinde olduğu gibi. İki tarafında çekingen olduğu Türk dizileri gibi değil, Annie Hall gibi. İki tarafın olduğu, gerçeğe yakın ama esprili kısımların abartılı anlatıldığı içerikleri anlatmayı seviyorum. Bir de kişinin bürokrasi karşısındaki saftirik hâllerini yazmayı çok seviyorum. Şehir olarak ise genellikle İstanbul’u kullanmayı seviyorum çünkü ortam bana kaoslu geliyor. Bu yüzden hikâye için çok müsait bir yer. Özetle sorunuzun cevabı İstanbul ve ilişkiler hakkında yazmak.

Bu durum karakterlerin devinimsel anlatımında ve dönüşümünde sizi nasıl etkiliyor? Hikâyenin başlangıcından bitiş aşamasına kadar giden yolda herhangi bir kalıp kullanıyor musunuz?

Yazdıklarım bazen yazım sürecinde değişiyor. Ben kelimelerle oynamayı sevdiğim için belli bir olay örgüsüyle yola çıkmayı çok fazla sevmiyorum ki çıkınca da pek beğenilmiyor zaten. Mesela bu karakter şöyle olsun diyorum ama olmuyor, yapamıyorum ve karakter bambaşka bir laf diyor ama bunu neye göre belirliyorum bilmiyorum. Bazen bir diyalog akışı yazıyorum ama bana çok tek düze geliyor ve diyalogları bozarken bir anda hikâyeyi değiştirmiş oluyorum, hiç planlamadığım başka bir şey ortaya çıkıyor.

Mesela geçen gün ölü evi ziyareti ile ilgili bir yazı yazdım ve bu birden komediye dönüştü, nasıl olduğunu anlamadım. Aslında bunu yazarken ciddi bir şey olmasını umuyordum ama konu farklı bir yere evirildi. Yazının içerisindeki çocuk, cenazede helva verilir ya onu kafaya taktı, misafir terliğinin büyük olmasıyla dalga geçti. Yazdığım birden yayımlayamayacağım bir şeye dönüştü.

“Genç ve yazı işlerine girmek isteyen birinin elinde ilk önce bitmiş bir iş olması lazım. Yarım olan şeyler hiçbir anlam ifade etmiyor.”

Tıkandığınız noktada neler yapıyorsunuz?

Aslında biz zaten bir iki sene önce tıkandık. Ben çok fazla tek başıma yazmadım, tek yazdığım skeç 7-8’i geçmiyor. Ben genelde fikir, espri ve ortak çalışmalarda çok fazla olurum. Çekim günü Cumartesi oluyor ve biz Pazartesi yine bir şey yazıyoruz. Cumartesi bitmiş, son revizeler yapılmış, Pazartesi yazmam gereken bomboş bir sayfa daha var ve işte o zaman algıları açıyoruz. Otobüse binerken dikkat kesiliyorum ve ne olur bu hafta bir şey olsun, bir gaf yapsın demeye başlıyorum. Zaten herkes gaf yaptığı için buna çok müsait bir coğrafyadayız ve bu bizi besliyor.

TikTok’tan beslenen çok fazla arkadaşım var ama ben onlara çok bakamıyorum, korkuyorum. Ben ne zaman keşfet kısmına baksam bir dayı çıkıyor, algoritma nasıl işliyor bilmiyorum. Aynı dayı değil, her seferinde farklı bir dayı. Ben bunlara gülmüyorum, bana çok ürpertici geliyor. Korkmaktansa ürpertici bulmak sanırım daha doğru bir tanım olabilir. Ben orayı yanlışlıkla girdiğiniz dev bir sirk gibi görüyorum, her şey var.

Birçok skeç yazıyorsunuz. Peki bu süreçte hayal dünyanızı genişletmenize katkı sağlayan olaylar veya başka şeyler var mı?

Düzenli olarak çizgi filmler izlerim, eski bölümleri takip ederim. Günde 1-2 saat çizgi film izlemeyi seviyorum ve onlardan çok besleniyorum. Dizi olarak ise Big Bang Theory gibi daha eskilere dönük diziler izliyorum. BBC’nin komedi skeç seri vardı, onları izlerdim. Böyle içeriklerden besleniyorum zaten ‘ben ana haberden besleniyorum’ diyen yoktur.

Yazar olarak yazar olmak isteyen birine, tecrübelerinize dayanarak neler önerebilirsiniz?

Bu soru bana çok fazla geliyor ve neredeyse her hafta Instagram’dan buna uzun bir yanıt veriyorum. Aslında yanıt çok kısa ve belli ama cevabı verirken uzatıyorum ki önemsediğim belli olsun. ‘Kendi sevdiğin şeyi yapmak’ belki çok klişe bir yanıt ama ben kendi sevdiğim şeyi yaptım. Çok okudum, baktım. Dinlemeyeceğin, okumayacağın şeyin üzerinde 10 saat harcamazsın. Ben kendi öykümü yazarken okumam söylenen yazarları çok sevmemiştim. Benim sevdiğim yazarlar daha ayrıksı, okullarda okutulmayan yazarlar. Yazılarım biraz daha onlara benzer mesela taklit etmek bence çok güzel bir şey. Bu ne yapıyor? diye taklit ederken yol seveceğin bir süreç oluyor. Mesela bir Yusuf Atılgan paragrafını alalım, ben yazsaydım ne çıkarırdım veya ne eklerdim diye düşünüyorum. Bir insanın sesini bulmasında biraz idollerinde yardımı oluyor ama sürece de çok kapılmamak lazım.

Ben skeç yazdığımda hiç skeç izlememiştim, sadece ben neye gülüyorum diye düşündüm. Sonradan ortama girince neyin tutup tutmadığını gördüm. İşin teknik kısmında ne kadar araştırmacı yanın olması gerekiyorsa, işe aşkla bağlanmak kısmında ise biraz bodoslama dalmak gerekiyor ve ben cidden bodoslama daldım. Oturup yazıyorum, okuyorum ve dergiye gönderiyorum, dergide çıkan kalitelere bakıyorum. Genç ve yazı işlerine girmek isteyen birinin elinde ilk önce bitmiş bir iş olması lazım. Yarım olan şeyler hiçbir anlam ifade etmiyor. Bir de söz konusu dergiler mi onu bilmek gerekiyor. Edebiyat, popüler kültür dergileri bunlara biraz bıktırırcasına mail atmak lazım. Kendimizi kapadığımız zaman evlerimizde kimse bizi fark etmiyor. İnsanın biraz dışa açık olması gerekiyor ama üretim sürecinde de bir o kadar kapalı olması lazım. İnsan güçlenene kadar kozasını çok yıpratmamalı çünkü gurur kırıcı şeylerde oluyor. Mutlaka çalışmak lazım, ben ilk kitabımı yazarken sürekli yazıp çizdim. İçerisinde 20 öykü vardı ve ben bu öyküleri yazana kadar kötü olan 100 tane öykü yazdım. Bu yüzden çalışmak çok önemli. Sevdiğim şeyleri yapmaktan kastım sırf tutar diye bir şey yazmak değil, kendi güldüğünüz şeyleri yazmak. Ben bir yazımı dergiye göndermeden önce 50 kere okuyorum ve cidden okumak gerekiyor. The Beatles’tan Paul McCartney’nin bir sözü var. Kendisi John Lennon’la gece yarısı bir otelde şarkı yazıyorlar ama hiç not ve ses kaydı almıyorlar. “Sabah uyandığımızda ya unutursak?” diye düşünüyorlar ama sonra diyorlar ki, “Sabah unuttuğumuz şarkıyı zaten biz yazmayalım.”

“Keşke biri bana bundan bahsetmiş olsaydı!” dediğiniz ve sonradan fark ettiğiniz bir şey var mı?

Sanırım her gün oluyor bazen açık bir gerçeği çok fazla düşünerek bulmak zorunda kalıyorum. Hiç unutamadığım bir olay var. İlk senaryolarımda Oscar alan filmleri izleyip incelemeye, senaryo yapısını çıkarmaya çalışıyordum. Sonra bir arkadaşım bana bunun Amerika’da kitapları var dedi. Aslında bunların şablonları varmış. Bir sene boyunca filmleri izleyerek dakika dakika şablon çıkarmıştım meğer bunun formülü kurslarda öğretiliyormuş. Bu bana bazen senaristlerin, yazarlarında şablonlara bakabileceğini öğretti. Sorunuza teknik konuların dışında cevap vermem gerekirse insan ilişkileri cevabını verebilirim. Çünkü hâlâ keşke önceden bilseydim dediğim şeyler, küçük bilgiler ve terimler öğreniyorum. Gerçi biz romanları da hayata dair küçük bilgiler edinmek için okuyoruz. Mesela hep, Dostoyevski okuyun, Kafka okuyun derler. Ben küçük insan ilişkilerini, insan kurnazlığını daha erken yaşta anlamak için onları okumamız gerektiğini düşünüyorum. Bence bu da önemli bir şey çünkü o kitabı okuyunca A-B karakterinin başına gelenleri, küçük insan kurnazlıklarını öğrenip bunlarla karşılaştığımızda ne yapmamız gerektiğini öğreniyoruz.

Çok yönlüsünüz. Müzik de yapıyorsunuz, enstrümantal parçalarınız da var. Söz yazıyor musunuz, yazı yazmak ve şarkı sözü yazmak arasındaki farklar neler?

Ben müziğe lisede başladım, gitar çalmak için çok heveslendim. Abim o dönem bateri çalmaya başlayacaktı. Birlikte harçlıklarımızı biriktirip gitar ve bateri aldık. Amacım kendi şarkılarımı yazıp yayımlamaktı. Yaptıklarımı Souncloud’da yayımlıyordum, The Beatles’a takıntılıydım. Abim ve ben ‘All You Need Is Love’ ve ‘Peace’ gibi kavramları benimsedik. The Beatles’ı müzik ve insanlığa bakış açısı olarak ele aldık ve o bizi biraz şekillendirdi. Ben zaten öykü, sinema ve müzik olarak ayrı düşünemiyorum, bence biriyle uğraşmak diye bir şey yok. Birine ulaştığınız zaman diğeri de geliyor. Film yapıyorum müziğini de yapayım gibi. Öykü yazarken sıkıldığımda müzik çalarım, müzikten sıkılırsam resim yaparım. Öğrencilik yıllarımda stok müzik arıyorduk, 2014 yılında üniversiteye başladım. Bu dönemde telifsiz müzik çok azdı. Ben bunu yaparım dedim ve bu şekilde yola çıktım. MIDI klavyem vardı ve 50 müzik yaptım. Hüzünlü, coşkulu, romantik akla gelebilecek her türde yaptım ve bunları Soundcloud’a attım. Soundcloud’un limitini o kadar çok aştım ki müzikleri azaltmak zorunda kaldım. Arkadaşlarıma filmlerinde kullanmaları için müzikler göndermeye başladım ve enstrümantal müzikte ilk çıkış noktam bu oldu. Bazen söz yazıp yayımlamadığım içeriklerde oluyordu. Dediğim gibi çıkış noktam arkadaşlarıma yardım olsun diye başlamamla oldu ve sonra kendim kullanmaya başladım. Müzik çalışmalarımı nasıl konumlandırdığıma gelince de onları bir öykü olarak düşünüyorum. Bazen bir öykü yazarken aklıma bir müzik geliyor veya tam tersi oluyor yani ikisini iç içe yürütüyorum.

BKM gibi bir Kültür Merkezi içerisinde yapılan çalışmalar nasıl yürüyor, yazarlar için nasıl alanlar mevcut?

Bence alanında tek yer. Biri komedyen olmak, skeç yazmak istiyorsa uğraması gereken yer tam orası. Yol üstündeki kervansaray gibi bir yer, oradan çıkmayan birini tanımıyorum. Herkes orada bir kere stand-up yapmıştır ki bana bile yaptırdılar. Sahneye çıkmak istemeseniz bile sizi bir on dakika çıkartıyorlar ve onu mutlaka yaşamak gerekiyor. Herkesin kendi uzmanlığının olduğu, mutlaka uğranması gereken bir yer. Farklı departmanların uyumu beni çok şaşırtıyor. Mesela benzinlikte geçen bir skeç yazmıştım, bir gecede kartondan hazırlanan bir benzinlik geldi. İşte orada onların da yaratıcılığı var, skeci alıp hemen karakter bunu giysin, makyaj bu yapılsın diye yönlendiriyorlar. Çok iyi bir makyaj ve sanat ekibi var, bir anda dekorlar değişiyor. Ben bir skeç yazmıştım, içinde uzay var ve iki dakika sonra ise Graham Bell’in telefonu icat ettiği sahne geliyor. Bir anda bir masa, eski telefonlara dair dekorlar geldi ve bunu nereden bulduklarını bilmiyorum. O tiyatro ortamında bir yazar olarak yazdığın her şeyin gerçekleştiğini görüyorsun ve o bakımdan büyülü bir yer. Mesela sigara-kahve aralarına çıkılıyor. Bu esnada bir komedyen sana akşam yapacağı espriyi soruyor veya sen yazdığın skeci anlatıyorsun. Sürekli farklı mecralarda olan insanların fikir alışverişinde bulunduğu, güzel dostlukların geliştiği lunapark gibi bir yer. Bunları yaparken insanları parasını da kazandığı benzersiz bir ortam. Böyle bir sirkülasyonun olduğu başka bir yer var mı emin değilim. Her dönem yeni insanlar geliyor adeta bir kervansaray gibi.

“Bu meslekte istikrarlı olunması gerekiyor. Çünkü bizde iyi-kötü olanlar değil istikrarlı olanlar işi sürdürüyor.”

BKM Mutfak ile çalışma süreci size neler kattı?

Televizyona göre düşünmeyi, kolektif çalışmayı öğrendim. Çünkü ben yazarlıktan geliyordum ve edebiyatta masaya oturup tek başınıza bir şeyler yazıyorsunuz. Burada ise oyuncusu, sanat ekibi vs. ile televizyonda yayımlanabilecek, komik olacak, seyirciyi sıkmayacak bir içerik yazmanız lazım ve bu bana yazma konusunda çok şey kattı. Tabii televizyon olduğu için otosansür var. Yaş kitlesi daha büyük ve çocuğuyla izlemeye gelenler olabiliyor. O noktada insan biraz aile babası gibi düşünmeye başlıyor. Bazen kendimi o ayara alıyorum ama kendim için bir şey yazacağım zaman bütün bu ayarları kapatıyorum. Yazarın aklında farklı kişilikler oluşuyor ve BKM de benim başıma gerçekten başka bir anakart taktı. Skeç yazma ve çabuk düşünme yeteneğim gelişti.

BKM Mutfak ekibi içerisinde yazarlar ne gibi sorumluluklara sahip? Dikkat edilmesi gereken ne gibi unsurlar yer alıyor?

Biz genellikle sorun yaşamadık. Zaten çok fazla elemeden geçtiğimiz için karşımıza kötü insan çıkmadı. Yeni gelen biri bile bize çok uzak biri olmuyor, bu alanda kendinden söz ettirmiş biri oluyor. Zamanla yarışıyoruz. Biri 3 saat yazdıktan sonra bayrağı başka birine veriyor ve bu maraton koşusu gibi devam ediyor. Diyelim ki bir espri bulunamadı, başka biri o konuda iyiyse o buluyor. Bu anlamda birbirimizi tamamlamamız gerekiyor.

BKM’nin yazarlardan ne gibi beklentileri var? BKM’de yazarlık dışında başka görevler üstleniyor musunuz?

Bir kere komik olması gerekiyor. Ayrıca en önem verilen konu istikrarlı olunması çünkü bizde iyi-kötü olanlar değil istikrarlı olanlar işi sürdürüyor. Burası ‘Ben bu hafta yazamadım’ cümlesini kaldıran bir iş değil. İnsan ilişkileri iyi olmak zorunda çünkü mizah da kapris kaldırmıyor. Kendim böyle birine hiç rastlamadım ama çok kaprisli biri bu alanda hayatını çok sürdüremez. Yazarlardan beklenti komik, istikrarlı ve revizelere açık olması. Revizesiz bir şeyi ne edebiyatta ne skeçte ne de BKM özelinde gördüm.

Şu anki projeleriniz nelerdir?

Şu an Eser Yenenler’in YouTube kanalı EYS TV’de içerik hazırlama, içeriğe uygun konuklarla ilgili bilgiler hazırlama işini yürütüyorum. İşimiz yine mizah ama bu sefer dijital bir hikâye anlatıcılığı var. Bugüne kadar yaptıklarımızdan ayrı, skeçten gelme bir ekip olarak bu sefer dijital hikâye anlatıcılığında dijital mizahın sınırlarını zorluyorum. İşlerimizi daha da görselleştirmeye, dijitale taşımaya karar verdik. Bizi ana akımdan tanıyan insanlara biz böyle bir şey yapıyoruz dedik. EYS TV’de içeriklerimizi izleyebilirler. Ayrıca başrolünde Çağatay Ulusoy’un yer aldığı, yapımcılığını Ay Yapım’ın üstlendiği Now TV’de yayımlanacak Gaddar dizisinin de senaristliğini üstlendim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kategori: Söyleşiler

E-Bülten Kaydı

Gelişmelerden haberdar olun.

Yorum Yazın