Ercan Kesal ile Hikâyenin İzinde: Sinema, Edebiyat ve Hayat Üzerine
-Çağla Miray Alhan
Hekim, hikâye anlatıcısı, gözlemci, taşranın ruhunu İstanbul’a taşıyan yazar ve yaşamı okumayı bilen bir oyuncu, Ercan Kesal. Belirli bir üne kavuşmuş olsa da uzunca bir süre devam ettirdiği hekimlik görevi hikâyelerini beslemiş, bu süreçte öykünün değerini kavramış. Hem popüler kültürün tanınan simalarından hem de arthouse sinemada meraklı gözlerle aranan bir isim. Sinemaya biraz bile ilgisi olan kişiler için ise “Bir Zamanlar Anadolu’da” filminde sergilediği muhtar performansı unutması ile halen akıllarda. Bugünlerde ise UrlaDam projesiyle sinema için çabalıyor. Sinema ve yaratıcı üretim hayaliyle yanıp tutuşanlara ışık oluyor. Ercan Kesal ile mesleki yaşamından Türk sinemasına, UrlaDam projesinden yeni film projesine dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Çağla Miray Alhan: Öykü, roman ve sinema gibi pek çok alanda eser verdiniz. Kendinizi hangi alanda daha iyi ifade ettiğinizi düşünüyorsunuz?
Ercan Kesal: Hepsinde de ortak olan şey “yazmak eylemi.” Ne yazarsam yazayım benzer bir haz aldığım aşikâr. Ama öykü galiba benim için her şeyin başlangıcı. Hepsinin anası öykü, o doğuruyor. Roman da ondan yol alıyor, büyüyor, senaryo da ona yaslanıyor kendi matematiğini buluyor. Bir hikâyeye başlamak en güzeli…
Ç.M.A: Daha önce yaşadıklarınızı, gördüklerinizi ve okuduklarınızı ‘yeniden icat ederek’ yazdığınızı söylemiştiniz. Bu yeniden icat etme süreci, geçmişe yönelik bir yüzleşme mi, yoksa onu dönüştürerek yeniden var etme çabası mı?
E.K: Yeniden icat etmek, bir şeyi anlatmakla ilgili seçtiğim bir eylem. Gerçeği ancak bozarak yani deforme ederek anlatabilirim, yani farkındalığı ancak dönüştürerek sağlayabilirim. Llosa’nın roman yazmayı tersten striptiz yapmaya benzetmesi gibi. Yüzleşme ise kaçınılmaz biçimde başıma gelen şey. Bu yola çıkmışsam kendimle karşılaşmamam zaten mümkün değil.
Ç.M.A: Günümüz Türk sineması hakkında neler düşünüyorsunuz? Yeni nesil yönetmenleri ve projelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
E.K: Dünya sinemasından azade değil. Ekonomik küreselleşme, kültürel bir değişimi de beraberinde getirdi. Yeryüzü tek bir ülkeye dönüştü sanki. Bu çağın sakinlerinin seyretme alışkanlıkları değişti. Artık sadece eleştirmenler ya da küratörler değil algoritmalar da var hayatımızda. Kameranın arkasında, mutfakta iş yapan biri olarak bunları yok saymam veya görmezden gelmem mümkün değil. Anlaşılan, dijitalleşme hayatımızdaki yerini daha da sağlamlaştıracak. Fakat esas olan hikâye anlatmak.
Ç.M.A: Oğlunuz Poyraz, Z kuşağının bir üyesi olarak dijital çağın içinde büyüyen bir neslin temsilcisi. Hızlı erişim ve sürekli değişimle şekillenen bu neslin hayata, edebiyata ve sanata bakış açısını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu nesile göstermek istediğiniz en önemli şey ne olurdu?
E.K: Hikâyenin kıymetini, anın önemini, dinlemenin ve okumanın insanın ferasetini nasıl bileylediğini, bu çağın toksik dayatmaları karşısında direnebilmenin yolunun buralardan geçtiğini göstermek isterdim.
Ç.M.A: Eşiniz Nazan Kesal’ın “Yaralarım Aşktandır” performansı izleyenler üzerinde derin izler bırakan bir oyun oldu. Kadının toplumdaki varoluş mücadelesini anlatan bu oyunda sizi en çok etkileyen ne oldu? Bu oyunda Nazan Kesal’ın sahneyle kurduğu güçlü bağ hakkında neler düşünüyorsunuz?
E.K: Nazo tiyatroya aşık, ona iman etmiş ve hakkını veren biri. Onun tiyatroyla kurduğu ilişkinin benzersiz olduğunu biliyorum. Elindeki metni sahnede bu hale getirebilmek olağanüstü bir çabayı ve içselleştirmeyi şart koşar. Nazo da bunu yapıyor. Furuğ’un temsil ettiği şeyin bu kadar etkili olmasının sebebinin, sadece genç bir kadın sanatçının ölümünü anlatmanın ötesinde bir itiraz, isyan, karşı çıkış ve sarkastik bir anlatıya dönüşmesinde rol oynadığını düşünüyorum.
Ç.M.A: Hekimlik ve klinik psikologluk yaptığınız dönemden gelen, insana dair deneyim ve gözlemlerinizin yazarlık ve oyunculuk kariyerinize etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
E.K: Elbette oldu, hem de çok fazla. Bu yüzden hep şanslı olduğumu söylerim. Bana bu hikâyeleri bağışlayan hastalarımdır. Hem onlara yardım edebilme fırsatım oldu hem de onların sır kâtibi olma şansını yakaladım. Her hastam kendi öznel dünyasını cömertçe sundu bana.
Ç.M.A: Okmeydanı hastanesini işlettiğiniz süreçte mahalle sakinleriyle ilişkileriniz nasıldı? Bu süreç sizin edebiyat ve sinema gibi alanlardaki üretiminize nasıl yansıdı?
E.K: İnsan yaşadığı yere benzer. Ataşahir’deydi evimiz. 25 yıl boyunca her günümü ve çoğu gecelerimi Okmeydanı’nda, Beyoğlu’nun bilinmeyen mahallelerinde ve kendi mahallem olan Piyalepaşa Mahallesi’nde geçirdim. Doktorları olmanın ötesinde, abileri, komşuları ve esnaf arkadaşları oldum. Bu yüzden Tapu alma komisyonu başkanlığı da yaptım, Piyalepaşa Spor Kulübü başkanlığı da. Yön Radyo programcılığı yapmak da işlerin arasındaydı, hastane yönetim kurulu başkanlığı da. Cemevine de gittim, camiye de. Gitmediğim, sohbet etmediğim köy yardımlaşma derneği kalmamıştır. İddia edebilirim. Davet edildiğim hiçbir düğüne ya da cenazeye katılmadığım olmamıştır. Ailemden çok onlarla yaşadım.
Ç.M.A: Nuri Bilge Ceylan ve Ebru Ceylan’la senaryo yazdınız. Birlikte çalıştınız. Bu projeler sizi nasıl besledi, sizde neleri değiştirdi?
E.K: Yönetmenle ortak senaryo yazmak büyük şanstır ve mutlaka verimli bir sonuca götürür zaten. “Üç Maymun” ve “Bir Zamanlar Anadolu’da” nın başarısı biraz da buradan geliyor. Yönetmen, senaryo yazım süreci boyunca zaten filmi de yavaş yavaş kafasında çeker. Boşa zaman kayıpları azdır. Daha verimli bir süreç yaşanır.
Ç.M.A: Proje teklifi aldığınızda eşinizle birlikte istişare ediyor musunuz? Birbirinizin yer aldığı fakat yer almasını eleştirdiğiniz durumlarla karşı karşıya kaldınız mı?
E.K: Birbirimize danışmadan iş yapmayız. İkimizin de ustalaştığı alanlar var. Ona gelen tüm işlerin senaryosunu mutlaka okurum. O da sektörde benden çok eski olduğu için muktesebātı daha zengindir. Yapım dünyasını o daha iyi bilir.
İllüstrasyon: Zeynep Aydınhan
Ç.M.A: UrlaDam’ı kurarken “ticari bir mekânın ötesinde bir okul” olmasını istediğinizi ifade etmiştiniz. UrlaDam’da şimdiye kadar sizi gururlandıran veya derinden etkileyen bir etkinlik oldu mu?
E.K: İlk etkinliğimiz aynı zamanda sponsoru da olduğumuz Antakya Medeniyetler Korosu konseri oldu. İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi’yle protokol yaptık. Yakında Ekonomi Üniversitesi’yle de benzer bir ilişki tesis edeceğiz. Gençlere açık çek veriyoruz. Yaptığımız her iş kalıcı ve ses getiren işler olsun istiyoruz. Geçen yaz yaptığımız Urla Kitap Festivali’nde, trafiği bir süreliğine felç ettik. Resmi yerlerden aradılar. Orada ne oluyor, daha önce böyle bir şey görmedik diye. İlk gün iki binin üzerinde insan gelmişti, çok keyiflendiğimi hatırlıyorum bu telefon konuşmasına.
Ç.M.A: UrlaDam için “Her yaştan insanın bitmeyen öğrenciliğine uygun bir mekân” demiştiniz. Bu çerçevede, UrlaDam’da farklı nesillerin bir araya gelerek birbirlerinden bir şeyler öğrendiğini gözlemlediğiniz oldu mu?
E.K: Olmaz mı? Her yaş grubundan, sertifika ya da diploma vadetmeyen, müfredatsız, sınavsız bir eğitim süreci. Umarım beceririz.
Ç.M.A: 2025’te film çekeceğinizi duyduk. Şu an hangi aşamadasınız? Projeniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
E.K: Evet. Mehmet Can Mertoğlu ile birlikte senaryosunu yazdık. Urla, Dikili, Kuşadası civarında çekeceğimiz bir film olacak. Bakanlık destek başvurusunu yaptık. İşler yolunda gider umarım. Arkasından Eurimages desteği alabilmeyi arzu ediyoruz. 2025 Ekim’de sette oluruz inşallah.
E-Bülten Kaydı
Gelişmelerden haberdar olun.