Ölü İnternet Teorisi
Ölü İnternet Teorisi

İllüstrasyon: Sıla Gündüz
“İnternetin tam dokuz yıl önce öldüğünü söylesem? Kulağa çok ilginç gelse de 2016’dan bu yana ölü bir internet kullanıyor olabiliriz.”
İnternetin tam dokuz yıl önce öldüğünü söylesem? Kulağa çok ilginç gelse de 2016’dan bu yana ölü bir internet kullanıyor olabiliriz. Bu teoriye göre bugün karşılaştığımız çoğu içeriğin arkasında gerçek insanlardan ziyade yapay zekâ üretimi botlar var. Daha iyi anlayabilmek için biraz eskilere hatta belki de internetin ortaya çıktığı ilk günlere kadar gitmek gerek… Tarihi çok da eskilere uzanmayan internet, 1950’li yıllarda diğer pek çok teknoloji gibi askeri amaçlar ile geliştirilmişti. O döneme kadar sıcak savaşlarda her zaman ilk hedef alınan nokta iletişim ağları olduğundan, ABD Savunma Bakanlığı bu sorunu aşmak için merkeziyetsiz bir teknoloji geliştirmek istiyordu. Merkez olmayınca düşman da saldıracak bir hedef bulamayacaktı. Bu konuda Massachusetts Teknoloji Enstitüsü ile işbirliği geliştiren savunma bakanlığı, ARPANET adındaki proje ile internetin temellerini atmış oldu. Geliştirilen sistemden gönderilen ilk mesaj “lo (login)’’ ile internet hayatımıza bir daha çıkmamak üzere giriş yapmış oldu. Uzun yıllar art arda gelen gelişmelerden sonra 1989’da, günümüzde kullanmakta olduğumuz internet ana hatları ile ortaya çıktı. Günümüzde diyorum çünkü şu anda kullanmakta olduğumuz internet gibi sosyal bir ortam sunmuyordu. Veri girişini teknik açıdan donanımı yeterli olan az sayıda insan yapabiliyor, kullanıcılar ise sadece erişebildiklerini okumakla yetinmek zorunda kalıyordu. Yıllar geçtikçe internet sistemleri ilerlemeye ve kullanımı görece kolaylaşmaya başlamıştı. 2000’lere kadar süren tek yönlü iletişim yavaş yavaş değişiyor ve sosyal bir etkileşim dönemine giriyordu. WordPress gibi açık kaynaklı ücretsiz içerik yönetimi sitelerinin ortaya çıkmasıyla kullanıcılar üretim sistemine dahil olarak kendi web sitelerini açmaya başladılar. Kullanıcıların içerik ürettiği blog ve forum siteleri de bu dönemlerde popülerleşerek kendi kitlelerini oluşturmaya başladı. Ancak kullanıcı profilleri genelde anonimdi ve etkileşim imkânları son derece kısıtlıydı.

İllüstrasyon: Sıla Gündüz
Kullanıcıların sosyal etkileşim kurabilecekleri ilk uygulamalardan biri olan MSN Messenger uzun bir dönem bu alandaki en popüler uygulama oldu. Koca bir neslin ilk flörtleşmelerini, heyecanlı bekleyişlerini ve hatta ilk dolandırılmarını yaşadığı bu uygulama şimdilerde nostaljik kalsa da, uluslararası iletişimi sağlayarak o döneme damgasını vurmuştu. Bir süre sonra dünyanın en çok kullanılan sosyal platformlarından biri olan Facebook ile tanıştık. Artık insanlar kendi profillerini oluşturuyor, kişisel bilgilerini paylaşabiliyorlardı. Twitter, LinkedIn, YouTube, Wikipedia, Instagram gibi platformlar da bu yine dönemde doğdu. Artan kişisel veri havuzu, demografik yapı, alım gücü, ilgi alanları gibi birçok bilgiyi içeriyordu. Kullanıcı sayısı git gide artıyor, sosyal medya platformları da kullanıcılardan herhangi bir ücret talep etmiyordu. Çünkü gelirlerini onların verilerini işleyerek kazanıyordu. Ancak zamanla daha ticari bir yapıya bürünmeye başladılar. Reklamlar yayınlayarak hem yeni bir gelir modeli yarattılar hem de markaların hedef kitlelerine direkt ulaşabilmelerini sağladılar.

İllüstrasyon: Sıla Gündüz
Böylece sadece kullanıcı memnuniyetini ön planda tutan platformlar artık reklam verenleri de memnun etmek zorunda kaldılar. Bu sebeple sonu gelmeyen bir döngü ortaya çıktı. Aslında başlarda reklamlar çok da fazla değildi. Bu yüzden içerik üreticileri yaptıkları paylaşımlarla hâlâ kitlelerine ulaşabiliyordu. Fakat bu durum fazla uzun sürmedi. 2013’te Facebook ilk yapay zekâ akış algoritmasını devreye soktu ve hangi içeriğin kime gösterileceği tamamen algoritmaların kontrolüne geçti. İçerik üreticilerinin paylaşımları artık takipçilerinin karşısına çıkmıyor, görünürlük sağlamak için ödeme yapmaları isteniyordu. Günden güne büyüyen dijital reklam sektörü koşullarında platform yöneticileri, kullanıcıları ne kadar uzun süre sitelerinde tutabilirse o kadar reklam göstereceklerdi. Bu duruma paralel olarak daha büyük bir kazanç elde edebileceklerdi. Böylece internet 2010’ların sonuna doğru giderek ticari bir yapıya dönüştü ve insan dokunuşunu kaybederek içeriklerin kalitesi ve üretici sayısında ciddi azalmalar yaşandı. Bu duruma bir çözüm bulmak gerekiyordu ve bu YouTube’un getirdiği gelir paylaşım modeli ile içerik üreticilerine reklam başına ödeme yapmak oldu. Bu yeni başlayan içerik üreticileri için bir motivasyon olsa da, ürettikleri içeriklerin işleyen algoritma yapısına uygun olması gerekiyordu. Algoritmaların seçimi maalesef ki kaos ve şiddet içerenlerden yana oldu. Bunun neticesinde günümüzdek sosyal medya kullanıcılarının %70’i paylaşım yapmayı bırakarak sadece tüketmeye başladılar. Ama tüm bu olayların hiçbiri interneti öldüren son kurşun kadar güçlü değildi. Otomasyon olarak adlandırılan otomatikleştirilmiş yazılımlar, her gün karşılaştığımız içeriklerin ardındaki milyonlarca bot hesabın yaratılmasına olanak tanıyor.

İllüstrasyon: Sıla Gündüz
Bu botlar, sahte etkileşimler yaratarak internet üzerinde ciddi bir bilgi kirliliğine sebep oluyor. İnternet ve sosyal medyada çok az zaman geçiren kullanıcılar bile illaki bot hesaplarla karşılaşmıştır. Çoğu zaman az sayıda takipçiye sahip, rasgele oluşturulmuş kullanıcı adlarıyla dikkat çeken bu hesaplar, herkes tarafından rahatlıkla tespit edilebilirler. Peki ya devreye yapay zekâ girerse? Gelişmiş veri ağlarına ve geniş kaynaklara doğrudan erişim gücüne sahip yapay zekâ destekli botlar, gündemdeki konuları tarayarak otomatik içerikler üretebiliyor. Bu içerikler, stratejik olarak çeşitli medya platformlarında paylaşılarak belirli sitelere olan etkileşimleri artırabiliyor. Dahası, bu yöntemin siyasiler tarafından kararsız seçmenleri etkilemek ve seçim sonuçlarını manipüle etmek amacıyla kullanıldığına dair teoriler de gündemde. Öyle ki, X platformunda etkileşim odaklı bot hesap oluşturma sektörünün her yıl milyonlarca dolarlık bir büyüme kaydettiği belirtiliyor. 2021 yılında Reddit’te ortaya atılan bu teori, internette gördüğümüz içeriklerin büyük bir kısmının artık botlar tarafından üretilip tüketildiğini öne sürüyor. Bu teorinin savunucuları, gerçek kullanıcı sayısının giderek azaldığını ve insanların, algoritmaların şekillendirdiği birer figürana dönüştüğünü iddia ediyor. Onlara göre, günümüzde gördüğümüz etkileşimlerin çoğu, yalnızca botların ve otomasyonun ürünü. Eğer böyle giderse 2026 yılına kadar çevrimiçi içeriğin %90’ının yapay zekâ kullanılarak üretilen veya manipüle edilen içeriklerden oluşacağı düşünülüyor. Oradan bakıldığında her komplo teorisi gibi gerçekçi görünmüyor olabilir. Ben de öyle düşünmüştüm. Ta ki arama motoruna “Cute Monkey’’ yazana kadar…
E-Bülten Kaydı
Gelişmelerden haberdar olun.