Gerçekliği İnşa Etmek: Çerçeveleme Etkisi

Yayın Tarihi: 8 Ağustos 2025
Toplam Okunma: 180
Okuma süresi: 7,9 dakika

-Nihal Akbudak

İllüstrasyonlar: Nihal Akbudak

Haberi şekillendiren yalnızca onun içeriği değildir. Haberin sunuluş şekli, kelimelerin seçimi, verilmek istenen mesaj, haberin ardındaki bakış açısı gibi pek çok etken okuyucunun algılama biçimine doğrudan etki eder. Bunun temel nedeni, bilginin aktarıldığı perspektiften bir anlam kazanmasıdır. Söz konusu perspektif ve anlam aktarım süreci, çerçeveleme etkisi (framing effect) olarak bilinen bir olguyu devreye sokar. Bu etkiyi kısaca açıklamak gerekirse, aynı olay iki farklı kaynaktan farklı perspektiflerde sunulduğunda, bu olayın algılanış şekli değişir. Çerçeveleme etkisi yalnızca yazılı ya da görsel medyada değil, sanat alanında da güçlü biçimde kendini gösterebilir. Örneğin, bir illüstrasyon sanatçısı olarak ürettiğim her şeyde çerçeveleme etkisine başvurmam kaçınılmaz oluyor. İllüstrasyonlarımda gözlemlediğim en önemli şeylerden biri hikâyenin izleyici tarafından nasıl algılandığı. Yansıttığım hikâye sadece ne çizdiğimle değil nasıl çizdiğimle de belirleniyor. Örneğin bir iç çatışmayı anlatmak isterken, figürü küçük ve köşeye sıkışmış hâlde gösterdiğimde illüstrasyon yalnızlık ve dışlanmışlık duygusu uyandırıyor. Ancak aynı figürü merkeze yerleştirip çevresine bulanık formlar eklediğimde “kontrolü kaybetme” duygusu ön plana çıkıyor. Bu fark, çerçeveleme etkisinin sanatın içinde bile ne kadar güçlü olduğunu bir bakıma göstermiş oluyor.

Gerçek ya da kurmaca olsun, insanlar neyi önce görür, hangi unsura odaklanırsa anlam orada başlıyor. Çerçeveleme etkisinin temellerini, sosyolog Erving Goffman’ın 1974 yılında yayımladığı Frame Analysis (Çerçevenin Analizi) adlı eser ile atılmış. Bu eserde bireylerin deneyimlerini, zihinsel çerçeveleri doğrultusunda algıladığını öne sürülmüştür. Goffman’a göre olaylar, detaylandırılma biçimleriyle de şekil alır. Goffman’ın ardından medya ve siyasal iletişim konularında çalışan Robert Entman da bu teoriyle yakından ilgilenmiştir.  Entman 1993 yılında Journal of Communication adlı dergide yayımlanan Framing: Toward Clarifiction of a Fractured Paradigm (Çerçeveleme: Parçalanmış Paradigmanın Açıklığa Kavuşturulması Üzerine) makalesinde çerçeveleme etkisini şu sözlerle dile getirmiştir:“Çerçeveleme, gerçekliğin belirli yönlerini seçerek onları daha belirgin kılma ve böylece sorunun tanımını, nedenini, değerlendirilmesini ve önerilen çözümü yapılandırma sürecidir.” Entman’ın tanımından da görüleceği üzere çerçeveleme etkisi, bilginin kitlelere sunuluşunda nasıl bir yol izlendiğini ve bu bilginin ne şekilde anlaşıldığını anlamlandırmada merkezi bir araç vazifesi görmektedir. 

Gündelik hayatta da somut örneklerine rastladığımız çerçeveleme etkisini şu şekilde betimleyebiliriz; alışveriş yapmak için bir markete girdiğinizi hayal edin. Bu marketin herhangi bir reyonunda birbirinin aynısı olan iki ürünle karşılaştınız. Ürün ambalajlarını incelerken, paketlerinden birinde “%10 şeker içerir” yazıyorken diğerinde “%90 şekersiz” ifadesi bulunduğunu fark ettiniz. Bu etiket, içeriği aynı olmasına rağmen tüketici tercihlerinin değişmesine yol açabiliyor. Çünkü olumlama içeren “çerçeve” tüketicinin zihninde pozitif bir algı yaratıyor ve yönelimini değiştiriyor. Bunun gibi örnekler çerçeveleme etkisinin en basit gündelik eylemlerimizde dahi ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor. 

Psikolog Daniel Bernoulli, 1738 yılında ortaya çıkardığı Beklenen Fayda Kuramı ile insanların karar verirken her olasılığı ve getiriyi değerlendirdiğini, ardından beklenen faydayı hesaplayarak karar verdiğini ileri sürmüştür. Amos Tversky ve Daniel Kahneman ise insanların belirsizlik altında nasıl karar verdiğini incelemek amacıyla bir dizi deneyler yapmış ve rasyoneliteyle alakalı çelişkilerin olduğunu gözlemlemişlerdir. İnsanların olumlu çerçeveye daha ılımlı, olumsuz çerçeveye daha mesafeli ve uzak tepkiler vermesi ile Beklenen Fayda Kuramı’nın yetersizliğini ortaya koymuşlardır. Kahneman ve Daniel 1976 yılında “Beklenti Teorisi” adında yeni bir teoriyi ileri sürmüşlerdir. Bu teoriye göre insanların, karar verme süreçlerinde duygusal ve bilişsel önyargılarla karar aldığı ve seçimlerini çoğu zaman kayıptan kaçınma içgüdüsüyle yaptıklarını öne sürmüştür. Bu çalışma ile beklenti teorisi bağlamında çerçeveleme etkisinin teorik temelleri oluşturulmuştur.

Yıl 1981’e geldiğinde ise Tversky ve Kahneman insanların çerçeveleme etkisine duyarlılığını gözlemlemek amacıyla “Asya Gribi” deneyini gerçekleştirmiştir. Deneyde üniversite öğrencileri ve akademisyenlere ABD’yi tehdit eden ölümcül bir salgının olumlu ve olumsuz biçimde çerçevelenmiş iki senaryosundan bahsedilmiştir.  Denekler rastgele bir şekilde iki gruba ayırılıp, ardından ilgili senaryoyu bu iki gruba farklı şekillerde çerçeveleyerek aktarmışlardır. Bu deneyde A programında 200 kişiye kesin hayatta kalacak bilgisi verilirken, B programında ise %33 ihtimalle 600 kişi kurtulacak, %66 ihtimalle hiç kimse kurtulamayacak bilgisi verilmiştir. Sonuçlar katılımcıların %72’sinin A programını seçmesiyle ve insanların “kazanç” odaklı çerçevede riskten kaçınma eğilimi olduğunu göstermiştir. İkinci grubaysa senaryo, olumsuz çerçevede aktarılmıştır. C programında, 400 kişi kesinlikle ölecek, D programında ise %33 ihtimalle hiç kimse ölmeyecek, %66 ihtimalle 600 kişi ölecek şeklinde senaryolar sunulmuş ve bu senaryo katılımcıların “kayıp” odaklı çerçevede risk alma eğiliminin ağır basması sebebiyle %78’in program D’yi seçmesiyle sonuçlanmıştır. Bu deneyle Tversky ve Kahneman, Beklenti Teorisi’nin temel taşlarını oturtmuş ve çerçevelemenin psikolojik etkilerini bilimsel olarak kanıtlamıştır. Çerçevelemenin, toplumun bilimsel bilgiye yaklaşım biçimini ve bilginin toplumsal kabulünü etkileyen bir yanı olduğu yadsınamaz bir gerçek. Ayrıca bu etkinin sosyal mecralarda da aynı şekilde olması kaçınılmaz. Bu nedenle çerçeveleme etkisinin medya, siyaset ve bilim iletişimi bağlamında ciddi bir etki yarattığını göz ardı etmemeliyiz. Bu etkiyi çıkar elde etmek amacıyla kullanan mecralar, kamuoyunun karar verme sürecini ideolojik ve politik çıkarları gözeterek manipüle etme gücüne sahiptir. Enformasyon akışında karar verici konumda olanlar, kitleleri belirli bir yöne çekmek amacıyla bilgiyi kendi istedikleri şekilde çerçeveleyerek vurgular ve söz konusu enformasyonu yeniden inşa ederek kamuoyuna sunar. Bu süreç, gerçekler değiştirilmese bile, bilginin bilinçli olarak ön plana çıkarılan yönüyle yeni bir anlam ve algı yaratabilir. Örneğin bir protesto, “hak arayışı” olarak çerçevelenebilirken “kamu düzenini tehdit eden bir olay” olarak da kamuoyuna sunulabilir.

Bu, izleyicinin nasıl hissettiğini ve düşündüğünü belirleyebilir. Bu yanıyla çerçeveleme, bilgi üretiminin ve aktarımının tarafsız değil, çıkar ilişkilerine gömülü olduğunu gösterir. Bu durum bilim iletişiminin toplumsal kabulünün tehlikeye girmesine yol açabileceği gibi, toplumsal kabulün etkili bir şekilde gerçekleşmesini de sağlayabilir. Bilimin aksine medya, yapısı gereği hızlı tüketim ve dikkat çekicilik üzerine çalışır. Medyanın bu işleyiş biçimi, bilimsel faaliyet ve çıktıların basitleştirilip popülerleştirilmesi kaygısıyla, bilimsel bilginin bilim iletişimi esaslarından koparılmasına ya da anlamın saptırılmasına sebep olabilir. Çerçevelenen bazı bilimsel haberler incelendiğinde, yayımcıların popülerleştirme hamlelerinin izini sürebiliriz.

Örneğin; Hürriyet’in 20 Haziran 2021 tarihinde yayımlanan “Türkiye’de aşılamada yeni umut: Sinovac etkili mi?” manşetli haberinde, haberin “umut çerçevesi” altında sunulduğunu ve yaratılmak istenilen algının, toplumda güven inşa etme, aşı sürecini olumlu gösterme üzerine kurgulandığını gözlemleyebiliriz. Bu çerçeve altında bir başlık negatif bir durum için pozitif duygular hissetmemize sebep olabilir. Buluş bilimsel olarak henüz erken aşamadaysa bile haberi umut çerçevesi ile sunmak toplumsal heyecana neden olurken, toplumu fazla beklentiye de sokabilir. Bu kısa örneğin de gösterdiği gibi bilimsel bilginin sunum şeklinin, kitlelerin yönlendirilmesi ve bilginin manipülasyonu bakımından etkisi olduğu son derece açıktır. Sonuç olarak bilgi yalnızca içerikten ibaret değildir. Bilim haberleri, nasıl sunulduğuyla da toplumun algısını derinden etkiler. Haberde kullanılan kelimeler, tercih edilen çerçeveleme ve iletilen duygusal mesaj, bilginin kabulünü ve anlamını yapılandırır. Bu nedenle bizler, medyadan gelen her haberi eleştirel bir gözle okumalı, farklı kaynakları karşılaştırmalı ve haberin ardındaki niyet edilen çerçeveyi fark etmeye çalışmalıyız. Sadece “ne oldu?” değil, “haber nasıl sunuluyor?” sorusunu da sormak, bilgiyi manipülasyonlardan ayırıp gerçeklere daha derinden yaklaşmamızı sağlar. Bilgiye körü körüne teslim olmak yerine bilinçli ve sorgulayıcı bir yaklaşımla hareket edersek, bilgi karşısındaki tutumumuzu daha net ve sağlıklı bir şekilde değerlendirebiliriz. 

E-Bülten Kaydı

Gelişmelerden haberdar olun.

Yorum Yazın