Can Öz & Ümit Alan ile Yapay Zekâ: Gelecek Bizim mi, Algoritmaların mı?
Yapay zekâ hayatın her alanında tıpkı bir altyapı teknolojisi gibi hızla yayılıyor; medya, hukuk, eğitim ve iş dünyasında köklü değişimler yaratıyor. Can Yayınları YK Başkanı & Socrates Dergi Genel Müdürü Can Öz ve Gazeteci-Yazar Ümit Alan ile yapay zekânın işleyişinden etik tartışmalarına, yaratması muhtemel fırsatlardan risklere kadar pek çok konuyu ele aldık. Teknolojinin kontrolü bizde mi, yoksa biz mi ona teslim oluyoruz? Algoritmalar nasıl öğreniyor, nasıl karar veriyor? İş dünyası ve eğitim nasıl dönüşecek? Yapay zekânın hayatımıza etkilerini derinlemesine konuştuğumuz bu söyleşide, yapay zekânın geleceğine dair önemli soruların yanıtlarını arıyoruz.
Umut Yiğit: Bugün yapay zekâ üzerine konuşmak istiyoruz. Öncelikle aklıma kazınan, Cem Say hocanın önermesiyle söyleşiye başlamak istiyorum. Yapay zekâyı bir altyapı teknolojisi olarak tıpkı bir elektrik gibi bir yerde konumlandırıyordu. Bu sürekli sizin de tekrarladığınız bir önerme olarak karşımıza çıkıyor. Bu kısmı açarak başlasak, gündelik hayatın içinde yapay zekâyı nasıl konumlandırıyorsunuz?
Can Öz: Öncelikle çok teşekkür ederim davetiniz için. Çok tatlı bir topluluksunuz. Şimdi izleyenler kameranın arka tarafındaki kalabalığı, gülümseyen suratları maalesef görmüyor. Çok teşekkürler davetiniz ve bu güzel etkinlik için. Bizim aslında yapay zekâya dair bir uzmanlığımız yok. Ama “Yeni Medya 451” adlı podcastte içerik üretirken, yapay zekânın gündemini yakından takip ediyoruz. Dolayısıyla size aslında yapay zekâ üzerine edindiğimiz tecrübelerimizden yola çıkarak bir şey anlatamayacağımızı net olarak söylemek isterim.
Ama tabii ki iyi gelişmeleri takip ettiğimiz için üzerine sohbet edebiliriz. Bu notu düştükten sonra pası atayım sana Ümit.
Ümit Alan: Şimdi yapay zekâ hakikaten hem elektrik gibi hem internet gibi bir altyapı teknolojisi. Olaylar oraya doğru gidiyor zaten. Şu anda adına yapay zekâ diyoruz ama Sam Altman’ın bir blog yazısı vardı. “Zekâ çağı” demişti. Direkt “yapay” kısmını atmış. Ama “Yapay kısmının atılması aşamalarına karşı uyanık olmalıyız. Çünkü sorumluluktan kaçmakla aynı anlama gelir.” diyerek yorumlamıştım ben bu olayı yazımda.
Mesela en son Mark Zuckerberg çıktı dedi ki “Artık topluluk notlarına emanet ediyorum içeriği, kaldırıyorum doğrulama programını.” Ama kullandığımız her şeyin içerisinde yapay zekânın olacağı bir yere doğru gidiyoruz. Şu anda bile var aslında. Sadece biz üretken yapay zekâ perspektifinden baktığımız için bize her yerde değilmiş gibi geliyor. Geçenlerde bir toplantının ortasında telefonum deli gibi bildirim göndermeye başladı. Bir baktım, evdeki buzdolabı mesaj atıyor, “Soğutucunun kapağı açık kaldı” diye bildirim geliyor sürekli. Hemen evi aradım. Evde de yedi yaşında kızım var. Meğer bizimkisi Kinder Sürpriz araklarken anneannesinden gizlice, kapağı kapatmayı unutmuş. Aslında bu da bir yapay zekâ örneği. Nesnelerin interneti.
C.Ö: Bunu normal bir şey gibi konuşuyoruz. Şimdi mesela yirmi sene önceki bir insanın izlediğini düşün. Bir yerdeydim ve buzdolabımdan bana mesaj geldi. O kadar sürreal ki bir taraftan. Ama bu sürrealliklere de alışıyoruz işte. Yapay dediğin kısım da aslında bunun parçası. Yapay zekâ ile çalışan bir araba kaza yaptığında o kazanın sorumlusu kim? Önemli bir soru.
“Sigorta şirketi para verecek mi?” falan gibi mevzuatlar olduğu gibi; diğer yandan bize bunu kabul ettirmek için de insanlaştırmaya çalışıyorlar yapay zekâyı zaten. Yapay zekânın yaptığı hatalara halüsinasyon deniyor. Hata o. Halüsinasyon sözcüğü özel olarak seçilmiş. Çünkü halüsinasyon dediğiniz şey insana özgü bir yanılsama. Dolayısıyla kötü niyet barındırmadan, yapay zekânın yapmış olduğu bir hata bu ve bunu insanlaştırmaya çalışıyoruz.
Sam Altman’ın da yapmaya çalıştığı aslında bu. Yani insan gibi görmemiz ve kabul etmemizi sağlamaya çalışıyorlar. Tabii bu bir taraftan çok da tehlikeli.
Ü.A: Çok doğru bir yerden bağladın olayı. Yani biz interneti bizim yaşamımızda gördük. İnternet icat edildiğinde ve kullanılmaya başladığında on yedi yaşındaydım. Algımızın en açık olduğu çağda. Ama şu geçişi gördük. Biz internete sadece masaya oturduğumuz zaman bağlanıyorduk. Masadan kalktığımız zaman offline oluyorduk tekrardan. Ama sonra bir anda yirmi dört saat internete bağlı hale geldik. Anlayamadık bile o geçişi. Şu an çok normal geliyor bize. Aynı yapay zekâda da o süreci yaşadık, yaşıyoruz. Birkaç sene sonra belki yapay lafı bile kalkacak.
C.Ö: Sen bu sözün veya bu fikrin sahibini hatırlıyor musun? “İnsanın on beş yaşına kadar karşılaştığı şeyler aslında hayatın doğal parçasıdır. Dolayısıyla onlarla yetişirler. On beş, otuz beş yaş arası karşılaştığı şeyler devrim niteliğinde yeniliklerdir, bunlara adapte olurlar ve bunlar üzerinden bir kariyer üretebilirler. Otuz beş yaşından sonra karşılaştığı yenilikler ise kesinlikle gerçekleşmemesi gereken alışkanlıkları, hayatı, düzeni bozan günah sayılabilecek korkunç şeylerdir.”
U.Y: Galiba alanlar değiştikçe buna bakış açımız da değişiyor. Alanlar arası zaten çok geçişkenlik var. Ama zekâ demek veya yapay zekâ demek; edebiyat alanına girildiğinde başka bir şey, bilgisayar alanına girildiğinde başka bir şey. Sanırım felsefi olarak da bir problem ortaya çıkıyor.
Ü.A: Çocuk büyüten insanlar aslında o ayrımı daha iyi yapabilir. Murat Gülsoy’un söylediği ayrımı. Geçen sene bir veli toplantısına gittim. Öğretmeni dedi ki benim kızım hakkında; “Çocuk çok değişik bir Türkçe kullanıyor.” Yani bu kuşağın, jenerasyonunun kullanmadığı kelimeleri kullanıyor. Onlarla, yani ne bileyim “Mütemadiyen” falan diyormuş. Çünkü ben evde öyle konuşuyorum onunla. Ona okuduğum kitaplar öyle. Çocuğun zekâsı onu öğrenerek gelişmiş. Aslında yapay zekânın öğrenmesinden çok farklı olarak…
C.Ö: Peki ne diyor öğretmen buna yani? Bu
bir problem olarak mı görüyor?
Ü.A: Yok bunu üstünlük olarak söylüyor. “Çok fazla kelimesi var bu çocuğun” diyor. Yani sınıftaki diğer çocuklardan çok daha fazla kelimeyle konuşuyor. “Bunu nasıl yaptınız?” dedi. Ben de “konuştuk, kitap okuduk” dedim. Büyüdüğü evle, öğrendiği ortamla çok alâkalı bir durum bu. Bu da Murat Hoca’nın yapay zekâ tezini destekleyen bir şey.
C.Ö: Murat Hoca da demişti. Psikologlar kendilerini tedavi edemezler. Kendi sektörüne dair insanların koyduğu yorumlar, biraz daha şüpheyle yaklaşılması gereken şeyler bence.
Çünkü iş ister istemez oraya doğru gidiyor. Margaret Atwood da benzer bir şey söylüyor mesela. Ahlak konusuna gidiyor iş. Etik değerler acaba sahiplenebilecek mi? Eninde sonunda işin bağlandığı bir tane tartışma var: “Yapay zekânın her şeyi yapabilen, insanla aynen davranabilen, insanla aynı reaksiyonları verebilen ve insandan çok daha hızlı düşünebilen hali insan mıdır?” Cevapsız. Yani eğer zekâyı, duyguları, davranışları hepsini simüle edebiliyorsanız bu “insan mıdır, değil midir?” sorusunun cevabı aslında teknolojik bir soru değil bence. Dini bir soru bu. Çünkü sonuçta biz insanın davranışlarının simülasyon olup olmadığını bile bilmiyoruz ama yorumlayabiliyoruz. İş ister istemez ruh tartışmasına doğru gidiyor. Bu konu ilerledikçe, yapay zekâlar geliştikçe, şeyi eminim çok göreceğiz. Hani “bunlar insanlar gibi davranamıyor, bunlar aptal, bunlar tehlikeliden çok bunların ruhu yok, o yüzden güvenemeyiz” iddialarını çok göreceğimizi düşünüyorum. Yani çok dini bir yere gideceğini düşünüyorum konunun. Daha teolojik tartışmaya gidileceğini düşünüyorum.
U.Y: Hipergerçeklik çağında yaşıyoruz. İnsanlar da duygular da aşırılıklar içeriyor. Medya araçları, görsel, işitsel duyguların hepsini yakalıyor bir şekilde ve aşırı hassas bir yere çekiyor. Diğer taraftan yapay zekânın bir duygu üretmemesi neden problem olsun gibi bir yere gidiyor konu.
C.Ö: Biz hep yapay zekânın yapaylığından bahsediyoruz da Instagram’a girip baktınız mı? Hayattaki ne kadar çok şeyin yapay olduğunu, insanların davranışlarının, alışkanlıklarının ne kadar çevreden kopyalanarak öğrenilmiş olduğunu görüyor muyuz? Mesela çok basit tartışmalar içinde yetişen topluluklar; “Alfa mı, beta mı?” falan gibi aptal aptal tartışmalarda. Ne kadar geniş bir spektrum. İşte iyi mi, kötü mü? İşte “efendi mi, piç mi?” Hep aynı tartışmalar. İkilemle herhangi bir tartışmanın içinden çıkmamız mümkün mü? İnsanlık tarihi boyunca aydınlatamadığımız derinlikte bir karakterden bahsediyoruz biz. Ama bu ilkel dikotomi; bütün tartışmaları, toplumun vardığı işte o yapay entelektüel birikimi oluşturmaya başlıyor.
Biz yapayız zaten abi. Hepimiz yapayız. Yani kim oluyoruz? Ama kim oluyoruz yani? Hakikaten insanlık olarak biz hepimiz çok otantiğiz, özgünüz de işte yapay zekâ, yapay olduğu için bizim gibi olmayacak gibi bir suçlamayla veyahut da ayrıştırmayla onu tanımlayabiliyoruz. Ama bu dediğim gibi çok felsefi bir tartışma ve tartışmaların büyük çoğunluğunda olduğu gibi konu bir noktaya gelecek ve tıkanacak herhalde.
Deniz Benzer: Bugünkü yapay zekâ ile olan iletişimimize, özellikle bu dil modelleri ile olan iletişimimize baktığımızda kimisi burada komut girmek olarak bahsediyor, kimisi promptlardan bahsediyor. Aradaki etkileşim biçimini bu ifadeler sizce etkiliyor mu? Biz makineye karşı aktif bir yerde miyiz edilgen bir yerde mi?
Ü.A: Teknoloji çok hızlı gelişiyor. Yani başlangıcında promptun çok önemli olduğu söylendi. Komut dediğimiz şey birazcık bilgisayar programlama diliyle ilgili bir şeydi. Onun için bir teknik birikim, bir eğitim gerekiyordu. Mesela ben herhangi bir programlama dili bilmiyorum. O tarz bir komut veremezdim. Ama internet arayüzleriyle birlikte onu kullanabilen insanlar arasına girdim.
Fakat yapay zekâ geldiğinde dendi ki prompt mühendisliği çok önemli bir meslek olacak. İşte ben de yazı yazmıştım. Bilmem kaç bin dolar maaşla eleman arıyorlar, bulamıyorlar diye. Fakat şu anda o heyecan çok sönümlendi. Geçen gün ben yanlışlıkla entera bastım. Yani bir konu hakkında bir şey soracaktım ChatGPT’ye. Sadece konunun kendisini yazdım. Bana şey diye sordu hemen: “Bunu bir podcast içeriği için mi istiyorsun? Yoksa köşe yazısıyla ilgili bir şey için mi istiyorsun?” diye. Çünkü benim kullanımımdan öğrenerek artık, beni o kadar benimsemiş ki, benim herhangi bir şeyin devamını unutmam durumunda tamamlıyor. Çünkü ben diyorum ki “Şu konuda bir köşe yazısı yazacağım. Bana nasıl bir şey tavsiye edersin?” diye soruyorum bazen. Bazen de kendi notlarımı Word dosyasına yüklüyorum.
Mesela iki yüz sayfa notum oluyor. İki yüz sayfa notu oraya yüklüyorum. Kendi aldığım notları. Bu notları bana derleyip toplar mısın diyorum. Bence prompt işi artık mühendislik olayından çıkmış. Beni tanıyor. Benim ne isteyeceğimi biliyor. Kişiselleştiriyor olayı. O yüzden istem mühendisliği olayı muhakkak çok profesyonel işler de olacaktır. İşte görsel üretmekle ilgili, video kurgusuyla ilgili ama o da yavaş yavaş gidiyor. Doğal insan diline geçecekler. Çünkü bunlar bir dil modeli ve öğreniyorlar. Dil de gelişiyor.
C.Ö: Ama bu prompt mühendisliği işi bitmez canım. Sonuçta komutla prompt arasındaki temel fark şu ya mesela; bir milyar düğme var diyelim. Bir tanesine basmak komut.
Ona bastığında her zaman aynı sonucu alırsın. Herkes basabilir. Prompt dediğin bir milyar düğmeden, hiç kimsenin daha önce basmadığı birkaç düğmeye aynı anda basarak başka bir iş çıkartma hikâyesi ya. Dolayısıyla o zaten yaratıcı insanlar için. Bu eğitimi alan insanlar için. Her zaman hiç hayal edilemeyen seçenekler yaratacak bir şey. Sonsuz bir dünya. O birazcık sanırım hafızaya da bağlı. Karşımızdaki makinenin hafızası da bence bizim ilişkimizi etkiliyor. Hani burada o bağlam penceresi diyorlardı ya ChatGPT için. Bir noktadan sonra hafıza kaybı yaşıyor gibi. O hatırladıkça bizi, biz onu tanıdıkça ve bildikçe bizim de ona karşı belki istemlerimiz ve komutlarımız değişecek.
Ü.A: Kişiselleştirme ayarları kapatılabiliyor isterseniz. Hafızayı kapatma seçeneği var ChatGPT’de. Ben insanlara kapatmasını önerdim, kapatın bunu dedim. Yapay zekâ çok acayip şeyler öğreniyor hakkınızda. Ama kendim kullanırken kapatmıyorum test etmek için. Geçenlerde “Ümit Alan kimdir?” diye sordum, kendimi. O kadar özel şeyler söyledi ki. İşte arada bir bilgisayarı kızı Leyla kullanmaktadır. Leyla, Harry Potter’ı çok sever. Arada bir onun bilgisayarını kullanır. Ümit şöyle yapar. Sonra şey diye sordum: “Bunları başkalarına söylemiyorsun değil mi?” dedim yani. Başkası “Ümit Alan kimdir?” diye sorunca. “Hayır sadece aramızda” yazmış yani. O hafıza oraları rahatlatmaya çalışıyor falan ama duruyor orada yani. O yüzden birçok kişiye diyorum ki bunun kişiselleştirme ayarlarını kapatın. Kendim şu anda teslim olmuş durumdayım ve hafıza ile korkutucu bir ilişkisi var.
C.Ö: Google’ın neler öğrendiği sizinle ilgili. 2011 falan.
O civarda olması lazım. O da inanılmaz bir konuşma. Şeyi anlatıyordu. Yani Google’ın, ki bu bilgi daha yeniydi bizde, Google’ın işte bir noktada kadınların hamile olduğunu anladığı. Çünkü birtakım kadınlara, hamilelik ile ilgili birtakım reklamlar gitmeye başlıyor. Sonra işte öfkeyle arıyorlar: “Hamile değiliz. Hamilelik yok. Bu ne? Ne yapıyorsunuz siz?” falan diye. Sonra hamile olduğunu öğrenen bir insan çıkıyor. Yani Google bu insanlar kendileri hamile olduğunu öğrenmeden önce onlara hamile reklamı basmaya başlıyor. Şimdi buradan tabi devasa komplo teorileri çıkıyor. İşte birtakım şeyler. Ama işin aslı öğrenen algoritma; hamile olan insanların kendileri bunu öğrenmeden bile değişen davranış kalıplarının, o ürünlerle ilişkili olduğunu tespit etmiş. Aynı davranışı gösterenlere de aynı ürünleri gösteriyor. Ortalık birbirine girmişti. Baba deliriyordu. Arayıp “Siz benim kızıma hamile muamelesi mi yapıyorsunuz?” falan diyordu. Sonra da kızın hamile olduğu ortaya çıkıyordu. Bunun gibi bir sürü vaka ortaya çıkıyordu sonra. Bütün bu sistemler zaten aslında bizim davranışlarımızı öğrenerek gelişen sistemler. Biz hep yapay zekâya çok yeni bir tartışmaymış gibi bakıyoruz. Yapay zekâ dediğimiz şeyin zaten kullanan algoritmaların birazcık daha gelişmiş hali olduğunu bilmek lazım.
C.Ö: Üretken yapay zekâ dediğin de yeni bir şey değil aslında. Yani hani birtakım fotoğrafları alıp görselleri montajlamak veyahut bir metinden çıkarım yapması, learning modeller falan, bunların hiçbiri yeni değil. Tabii kamuya açıldığı için gelişme hızı arttı. Moore’un modeli donanımlarda olduğu gibi yazılımlarda da geçerli aslında. Ama önünde sonunda bir süreklilik arz eden bir süreç. Biz bir dönemi böyle çerçeveleyip ayrıştırdık ve her şeyi onunla ilişkili tanımlıyoruz. Oysaki bütün hikâye zaten başından beri böyle dönüyor. Yani biz, yapay zekâdan bağımsız olarak yıllardır bunu konuşmuyor muyuz? Hani “Biz iki tane telefon konuşması yaptık, bunun reklamları geldi bana” falan diye.
Ozan Günel: Geçen sene Umut Hoca’yla verdiğimiz dersler sonucunda başka öğrencilerin de verilerini havuzda görmeye başladık. Acaba bizim oradan çıkan verilerimiz ile topluma dair bir şey söyleyebilir miyiz?
C.Ö: Yapay zekâların herhangi birisine gidip mesela şey yazın: “Saat 9’a 5 kala görünen bir saatle bana bir video yap, fotoğraf yap” deyin. 10’u 10 geçe çıkar. “Saat 6’yı 35 geçeyi gösteren bir saatten bana yirmi tane aynı ekranda göster” deyin. Stable Diffusion’a falan girip deneyebilirsiniz.
Bütün saatler 10’u 10 geçe çıkar. Girin “Sol elle resim yapan bir ressam yapın” deyin. Sağ elle çıkar. Çünkü kullandığı verinin büyük çoğunluğu bu tip görsellerden oluşuyor. Bilmiyor herif. Yani reklam olarak da tanıtım olarak da insana satın almayı en kolay tetikleten, en seksi görüntü akreple yelkovanın böyle konumlanması olduğu için, internette bulduğunuz saatlerin %95’inden fazlası 10’u 10 geçe görünüyor. Dolayısıyla yapay zekâ bütün saatleri zaten saat 10’u 10 geçe gibi tanıyor. Ama bunlar zamanla tabii ki düzelecek şeyler. Şu an internetteki ortalamanın ürünü bu ve karşılarına çıkan en büyük sıkıntı da bu. Yani internette gördüğümüz şeylerle, internetteki ortalamayla, internetteki bu tüketim kültürünün ürünü diyebiliriz yapay zekâ üretimi için. Ama bugünün kültürünün ürünü olan içeriklerden, insanlık kültürüne cevap veren bir birikim tanımlamaya çalışıyorlar yapay zekâya. Tabii çok kafa karıştı.
Ü.A: Şu an o konuda bir kriz de yaşıyor zaten. Öğrenebileceği veri tükenmek üzere. Hatta tükendi gibi internette ve artık yapay veriyle, yani makineyle üretilen veriyle öğrenmeye çalışıyor yapay zekâ. Daha da kötüleşmeye başlıyor. Yani insanların, kalabalıkların bilgeliği diye bir şey vardır ya. İnsanlardan aldığı veri ne kadar kötü de olsa ne kadar kirli de olsa ne kadar manipülasyona açık da olsa, aslında daha sağlıklı veri. O bittiği zaman yaşanacak kriz, yapay zekânın toplumun bir yansıması olacağını da gösteriyor bize.
C.Ö: Hep aynı tartışma aslında vardığımız yer yine. Yani birçok farklı alanda tartışıyoruz ama eninde sonunda tartıştığımız şey şu ya; “Bizim lehimize mi olacak babacım bu, aleyhimize mi olacak?”
U.Y: Peki bu yapay zekânın veri tüketim sürecinin neyi lehimize, neyi aleyhimize olacak?
C.Ö: İşin tıkandığı nokta bence o. Mesela yapay zekâdan korkulan, en çok gösterilen, en popüler örneklerden bir tanesi Skynet’tir ya. Bu çok zekileşip bağımsız olursa bize zarar verir. Böyle bir sürü hikâye var. Hep böyle yapay zekâ dediğimiz şey, bizden bağımsız olarak gelişecek ve bize rağmen gelişecek. Bir yere varacak. Bizim edilgen olduğumuz bir hikâye olacak. Hikâye gibi tartışıyoruz. İyi mi olacak, kötü mü olacak? Başımıza ne gelecek diye. Oysaki korkunç olan şey zaten bunu kullanacak olan insanlar. Yani bizim bu çağda karşılaştırdığımızda elektrik tartışması da işin içine giriyor. Bir taraftan elektrik, evet. Birçok savaşı da tetikledi. Birçok krizi de tetikledi dünyada. Birçok şeyi değiştirdi. Ama diğer yandan da uygarlaştırdı dünyayı. Bir yüzyıl önceye göre daha az insan ölüyor. Daha az insanın hakkına giriliyor. Ama şimdi insanlık o kadar kötü oldu ki. Bu insanlığın eline ne kadar daha gelişmiş enstrüman verirsen, daha kötü bir yere varacaksınız.
O yüzden yapay zekâ ile ilgili sorulması gereken soru “Yapay zekâ bağımsız olup, kendi başına o düğmeye basar mı?” sorusundan çok “Zaten bu gelişen olağanüstü, gelişmiş, güçlü teknolojiye sahip olan insanlar, dünyayı daha ne kadar kendi bireysel çıkarları için kullanıp dünyanın geri kalanını esir edecekler?” Ama yapay zekâ olmasa da bu oluyor zaten. Yani bizim yapay zekâ ile ilgili tartıştığımız şeylerin çoğu aslında insanlıkla ilgili. İnsanlığın aldığı kararlarla ilgili.
Ü.A: Orada da aslında internetin gelişim çizgisini referans alabiliriz. Yapay zekânın gittiği ve tıkandığı yön konusunda. Tim Berners’ı işte. Bu http protokolünün mucidi olan, internetin vaftiz babalarından biri. Onun hayal kırıklığı her şeyi gösteriyor. Biz interneti tamamıyla merkezileşmeden uzaklaşmak için icat etmiştik. Internet fikri zaten soğuk savaş sırasında Amerika’da merkezlerin dağıtılması fikri üzerinden doğmuş bir şey. Çünkü eğer Rusya bir veri merkezine,
bir iletişim merkezine nükleer saldırı yaparsa bütün sistem çökecek. O yüzden bizim bunu dağıtmamız lazım diyerek interneti icat etmişler. Merkezi dağıtmak. Bir askeri güvenlik teknolojisi aslında. Bu http protokolü internette, bu merkezleri dağıtma fikri üzerine kuruluyor. Fakat bugün geldiği nokta tamamıyla; herkes Facebook’ta, Twitter’da, Google’da. Yani bir merkez haline geldi ticaretin etkisiyle aslında. İnternet ticarileştirince böyle oldu. Böyle olunca da bozulmaya başladı. Şu anda da işte tam tersi bir sürece doğru gidiyoruz.
C.Ö: İnternet trafiğinin yüzde doksandan fazlası yirmi site üstünden dönüyor. İşte bu ticaretin istediği bir şeydi. Yapay zekâda da tehlike daha büyük. İnternet, devlet kontrolünde geliştirilmiş bir teknolojiydi. Devletler vardı internet anlaşmasında. Yapay zekâ ise tamamıyla ticaret. Özel sektörle gelişiyor. İnternette yaşadığımız hayal kırıklığının daha da büyüğünü belli bir süre sonra yapay zekâ konusunda da görebiliriz.
U.Y: Derslerde de biz proje ödevi istiyoruz. Bu ödevlerin çok büyük bir oranı ChatGPT 3.5 ile yazılmış metinler oluyor. Metni de tam olarak doğrulama gibi bir imkânımız da yok. Belli bir olasılıkla tarayan siteler var bunu ama tam olarak çalışmıyor. Aslında geliştirmeleri gereken bir işlevi yapay zekâya devrediyorlar çocuklar böyle yaparken. Üretken yapay zekâ için söylüyorum. McLuhan demiş ya “Araç insanın uzantısıdır” diye. Yapay zekâ başka bir yönden ve sanki bir uzuv gibi, bir uzantı gibi belirli işlevleri aslında devrettiğimiz bir şeye dönüştü.
C.Ö: Sokrates, yazının keşfinden sonra aslında hepimizin belleğimizi ve belleğimizle beraber kendimizi anlatma becerilerimizi de kaybedeceğimizi, bunun bir felaket olduğunu anlatmıştı. Bu tabii demek değil ki Sokrates böyle dedi böyle çıkmadı. Bundan sonraki bütün teknolojik gelişmelerin hepsi tamamen yararımıza olacak. Yazı gibi. Kesinlikle böyle düşünmüyorum. Bugünkü gelişmeleri kullanan, enstrümantalize eden kişilere artık neoliberal de denemez.
Bu dönemin sisteminin adının konması gerekiyor. Çok kutuplu, çok öfkeli, çok nefretli, çok hızlı değişen; yarı korporatokrasi, yarı karmakarışık bir sistem var. Tek bir adı yok.
Belki hepimizin mutabık olduğu bir isim bulabiliriz bir gün. Ama bu içinde bulunduğumuz korkunç dünya düzeninin ürünü olarak, bunun da korkunç sonuçlar vereceğine şüphe yok. Ama bunun yapay zekâ ile ilgisi olduğunu düşünmüyorum ben. Yani yapay zekâ dediğiniz eninde sonunda elektrik gibi bir şey. Ama elektriği, milletin kafasına elektrik vermek için mi kullanacağız? Yoksa hakikaten insanların evine su, yemek gitmesini sağlayacak sistemleri geliştirmek için mi kullanacağız? Artık öyle gitmiyor dünya. Baksanıza Kaliforniya’daki yangına; su kaynaklarına birileri el koyduğu için eyalet yandı. Böyle bir ülkede, böyle bir dünyada yaşıyoruz.
Ü.A: Bir yandan da Kaliforniya’daki yangını üç ay öncesinden öngörebilen yapay zekâ teknolojileri var. Bu çağda oluyor bu yangın. Ama bu yapay zekâ teknolojileri her şeyi bir şekilde öngörüyor abi zaten de hangileri dolu çıkıyor?
İllüstrasyon: Sıla Gündüz
D.B: Bir de bunları konuşuyoruz ama, biraz sanki tekno şovenizm de olabilir mi bu yapay zekâ ile ilgili? Yani sürekli bir ütopyalar ve distopyalar arasında gidip geliyoruz. Sürekli böyle tematik başlıklar oluyor. Bu durum altı, yedi yıl önce bir post-truth ile başladı. Arkasından blockchainler geldi. Onun arkasından bir NFT sanatı değiştiriyor falan derken. Yani Meta çıkacak, Metaverse çıkacak…
C.Ö: Çok balonla karşılaştık değil mi? Yapay zekâda da bir balonluk var mı? Abi bak aslında hiçbiri balon değil bunların. Yani NFT de balon değil. Kripto da balon değildi.Aslında dot.net balonu dediğimiz de kurumsal olarak bir balon değildi. Metaverse de fikren balon değil. Ama bu teorik fikirleri birileri trending topic olduğu anda satmaya çalıştığı için ortaya balonlar çıkıyor. Bugün yapay zekânın tartışılan konusu; gittiği yer. işte Nvidia’nın yakın zamanda çıkarttığını açıkladığı Blackwell çipler, bunların rolleri ne olacak? İşte Çin ile ABD arasında server farm’lar konusunda yaşanan gerilimler. Diğer yandan ChatGPT’nin, OpenAI’ın tamamen ticari kanalını geliştirmeye başlaması. Acayip otomatik araç teknolojileri geliyor. Gerçekten bir şey var, çok büyük. Ama daha teknolojinin üretim süreci tamamlanmadan satmaya çalışıyorlar. Mesela en dandik aplikasyona gir, hemen kenarında AI var. AI’ya basıyorsun. Soru soruyorsun cevap veriyor. Fikri kolay tüketiyor piyasalar, kolay satıldığı için. NFT’de de aynı şey oluyor. NFT aslında iyi bir fikir. Yani sonuçta bir dijital ürünün özgün kodunun bir kişi tarafından sahiplenilmesi teoride iyi bir fikir. Ama bu fikir dünyayı değiştirecek, bütün sanatçılar burada, herkes gelsin falan diye. Bir anda orası pazar yerine dönüşünce; balon ortaya çıkıyor. Yani abi durun daha teknolojinin oraya gelmesi, internetin bütünsel çalışabilecek noktaya gelebilecek protokollere sahip olması, hızlara sahip olması belki on sene yirmi seneki işken, adam firmanın adını Metaverse diye değiştirdi. Çünkü Facebook batmaya gidiyordu. Ama Metaverse diye bir şey yok şu an. Balon. Aynı şeyi yapay zekâ ile de yaşıyoruz. 2023 Mayıs’ta galiba, Goldman Sachs bir rapor hazırladı. Hazırladığı raporda şunu diyordu: Generative AI, üretken yapay zekâ, şu an vadettiklerini gerçekleştirirse, on sene içinde batı dünyasındaki insanların dörtte biri işini kaybedecek. Yapılan işlerin de artık yüzde yetmişden fazlası yapay zekâ ile yapılmıyorsa bile, yapay zekâ desteğine muhtaç olacak. Bununla beraber bütün bu ülkelerin gayri safi milli hâsılası yani GDP’leri yüzde sekiz oranında bir zıplama gerçekleştirecek.
Bu kurumlar verimlilik artışını takiben, herkesin işsiz kaldığı senaryoyu verimlilik artışı diye tanımlıyor. Böylelikle çok daha ferah bir döneme girecek dünya. İşte buradan sonra da şey tartışmaları çıktı zaten. Çok insan işsiz kalacak ama çok para olacak. Evrensel temel gelir tartışmasını tetikleyen de zaten bu teori. Metaverse konusunda da Özgür Mumcu bir tweet atmıştı hatırlıyor musun Ümit? “Bu Metaverse işinin Mecidiyeköy’den arsa almaya döneceğini hiç tahmin etmemiştim” diye. Gerçekten…
Ü.A: Evet, satın alanlar şu anda battı. Yine de bir şey daha var, o da Amerika’da. Onunla ilgili yazmıştım. Amerika’da, felaket senaryolarını sürekli kongrede konuşan bir lobi grubu tespit ediyorlar. Sonra arkasında kimlerin olduğuna bakınca ortaya en büyük oyuncular, OpenAI’lar çıkıyor. Yapay zekâyı icat eden adamlar, “Neden felaket senaryolarına bu kadar yatırım yapıyorlar.” diye konuşuyorlar. Araştırıldığında ise bir düzenleme istendiği ortaya çıkıyor. Küçük oyuncuların sektöre girmesinin belli ölçüde engellenmesini ve sadece büyük oyuncuların sahada kalmasını istiyorlar. Amaç ise rekabetin azaltılması. Bunun için icat edenler bile felaket senaryolarına yatırım yapar hale gelmeye başlıyor. Bu noktada da insanlığın sonunun gelmeye başladığını görüyoruz.
C.Ö: Bununla beraber korkunç durumu öngöremeyiz. Dünyada, her şeyi değiştirebilecek ve kırılabilir bir dönemden geçiyoruz. Mesela siyasi olarak. Dünya on sene sonra daha mı sağcı olacak, yoksa yükselen muhafazakâr dalga bir noktada başarısız olup patlayacak mı? Ne olacağını bilmiyoruz ve bunlar her şeyi çok etkileyecek. Ayrıca, Çin-ABD arasındaki gerilimin gerçekten bir kazananı olacak mı? Çin’de bir taraftan her şey çok iyi gidiyor gibi görünürken diğer yandan bankacılık sistemi batıyor ve bunun sonuçlarını bilmiyoruz. Diğer taraftan ciddi nüfus daralması yaşayan Batı ülkelerinin aksine, daha sefil ve göç almaya müsait toplumlara sahip ülkelerde olağanüstü nüfus artışları yaşanıyor. Dünyada gıda sıkıntıları, küresel ısınma gibi olağan senaryolar var ama bunların hiçbirinin olacağını bilmiyoruz. Bu kadar çok belirsiz değişkenin olduğu ve insanların bu değişkenlerin sonuçlarını kendilerinin belirleyeceği bir dönemde, tahminde bulunmak zor. Tahminde bulunmak zor olunca sigortacıya gidersin. Bilmiyorsan risk gözünde büyür. Mesela çocuğunun nerede olduğunu bilmiyorsan aklına kötü senaryolar gelir. Dünyanın geleceği için bu kadar belirsizlik, bizi daha kötü senaryolara hazırlanmaya itiyor.
Ü.A: Yani, 90’larda kim 2020’lere geldiğimizde Avrupa’nın bu kadar gerileyeceğini öngörebilirdi ki? Şu anda Avrupa, her alanda Çin’den ve Amerika’dan geri kalmış durumda ama Avrupa 90’larda bunu göstermiyordu.
D.B: Bir gün yapay zekânın dünyayı ele geçirebileceğini söylüyorlar. Eğer böyle bir senaryo gerçekleşirse bunu yapan yapay zekânın kendisi mi olur, yoksa arkasında bir insanın yazdığı yapay zekâ mı bulunur?
C.Ö: Zaten hep aynı konu tartışılıyor, muktedir yapay zekâdan korkuyoruz. Bütün dünyadaki her şeye ulaşabilen yapay zekâ, tıpkı Person of Interest’te anlatıldığı gibi ya da Skynet gibi. Dünyadaki her şey ulaşabilen, bütün bankalara transfer yapabilen, anında sahte kimlik üretebilen, interneti istediği gibi manipüle eden ve sunucuların fişini çeksen bile yok edilemeyen bir yapay zekâdan korkuluyor. Böyle şeyleri yapabilen ve yok edilemeyen bir enstrüman varsa, asıl korkutucu olan bunu kullanacak insandır. Biz insanların yapabileceklerini es geçiyoruz ve teorik bir Skynet’ten korkuyoruz. Hâlbuki insanlar o kadar korkunç ki, bu korktuklarımız gerçekleşecek. Yapay zekâ modellemelerini iyi kullanan ülkeler, fiilen savaşmadan pazarlık masasına oturacak. Bu simülasyonun sonuçlarını kullanarak, savaş yapmadan da istedikleri avantajları elde edebilecekler. Böyle bir geleceğin bizi beklediğini okumuşsunuzdur.
Ü.A: Uzlaştıran bir yapay zekâ var, MIT’de çalışıldı. İki tarafı uzlaştırabilen ve bütün argümanları herkesin kazanabileceği noktaya getiren bir diplomat yapay zekâ.
C.Ö: Biz yapay zekâdan korktuğumuzu konuşuyoruz ama insanın ne kadar korkunç olduğunu unutuyoruz. Korktuğumuz her şeyi insanların yapacağını düşünüyorum. Yapay zekânın tek başına bağımsız bir şekilde karar vermesine gerek yok,
her şeye muktedir. Bunu sosyal medyalarda görüyoruz ve sonuçlar korkunç.
Ü.A: Meşhur bir ataş deneyi vardır yapay zekâ ile ilgili, biliyorsunuzdur. Bilgisayara emir veriyorsun ve “Üretilebilecek maksimum sayıda ataş yap” diyorsun. Bunu söylediğinde her şeyi yok ederek ataş yapmaya başlıyor. Aslında komut yine insandan geliyor.
O.G: Çok uzun yıllar boyunca insanlar, canavarlardan ve bilmedikleri şeylerden korktular. Popüler kültür ürünlerinin çıkmasından sonra ise canavarları ve robotları dostumuz ilan ettik. Belki de insanın korkularıyla yüzleşememesinin sebeplerinden biri de budur. Oyunlarda herkes ben robotların veya canavarların yanında yer aldım diyor. Belki de insan, varoluşsal olarak karşılaşmaya hazır olmadığı için korkusunu farklı tarafa yönlendiriyor.
C.Ö: Benim bir saattir anlatmaya çalıştığım hikâyeyi çok basit ve güzel şekilde özetlediniz. Tabii yapay zekânın korkulacak şeyleri olduğunu da not etmek lazım.
Sedat Erol: Bazı alanlarda yapay zekâ modelleri çok daha uzman durumda, özellikle veri analizi alanlarında. Başlangıç seviyesinde olan bir insanın, herhangi bir uzmanlık alanında aldığı fayda 1x ise orta düzeyde uzman bunu 10x faydaya götürebiliyor. Geçmişte bir insanın tek bir alanda uzman olması yeterliyken gelecekte birden fazla uzmanlık mı gerekecek?
Ü.A: David Autor isimli bir yazar, Noema dergisinde bu konuyla ilgili çok güzel bir makale yazmıştı. Her zaman yapay zekânın bütün işleri ele geçireceğinden, işsizlik sorunu yaratacağından konuşuyoruz. Baktığımızda Sanayi Devriminden sonra toplumun kötüye gitmesine neden olanlardan biri de elit uzmanlıklardı. Doktorluk, mühendislik gibi bazı uzmanlıklar elit hale gelmişti. Bunun için ya zengin ya da zeki olmak gerekiyordu. Yapay zekâ ile bu uzmanlıklar daha az eğitimle yapılabilir duruma gelecek. Böyle olunca da orta sınıf, toplumda daha tabana yayılacak. Orta sınıf daraldı, elit uzmanlık modelleri durumu buraya getirdi. Neden bu duruma kötü bakıyoruz? Belki de elit uzmanlıkları orta sınıfa yaydığı için insanlar daha az eğitimle daha iyi yerlere gelecekti. Bence bunun en çarpıcı örneği, bugün çocuğumun ya da başka çocukların aldığı eğitimin büyük bir kısmının dil eğitimi üzerine kurulu olması. Özellikle Türkiye gibi İngilizce konuşmayan ülkelerde bu o kadar büyük bir zaman kaybı ki. Yapay zekâ dil eğitimini neredeyse gereksiz hale getirmek üzere. Apple’ın CEO’su Tim Cook, Fransa’da yazılımcılarla konuşuyor. Böyle bir konferans ortamında, “ Bırakın İngilizce öğrenmeyi, dil öğrenmenize gerek yok. Siz yazılımınıza odaklanın, ileride yabancı dil diye bir şey kalmayacak.” diyor. Türkiye’de eğitime harcanan bütçeler inanılmaz, bu bütçe ve zaman demek. Belki de daha az eğitimle daha iyi işler yapılabilecek. Bu da toplumda beklendiği gibi kötü değil, olumlu etkiler yaratabilir. Doğal senaryoda yapay zekâ bütün işleri ele geçirecek, insanlar yapacak iş bulamayacak. Bir senaryo daha var, daha az eğitimle daha nitelikli işler yapılabilir. Bu sayede ise çok para kazanması gereken ve şu an aşağılanan, el becerisine dayanan işler yükselebilir. Yapay zekânın vaftiz babası dedikleri Geoffrey Hinton, bu sene Nobel aldı. Ona bir konferansta “Gençlere ne önerirsiniz?” diye soruluyor. O ise “Sıhhi tesisatçı olmalarını önerebilirim.” diyor. Çünkü bunlar yapay zekânın kolay yapamayacağı, ele becerileri gerektiren işler.
C.Ö: Noah Harari’nin “21. yüzyılda en iyi meslek, öğrenmektir.” diye bir sözü var. Zuckerberg’e katıldığı programda yapay zekâ ile ilgili Facebook’taki gelişmeleri soruyorlar. O da birkaç seneye yazılım mühendislerinin yapabileceği her şeyi yapay zekâların yapabileceğini söylüyor. Yani personelin büyük bir kısmının işten çıkarılacağını söylüyor.
Ü.A: Sıhhi tesisatçı diye bir meslek var. Eğer benim evimde bir soruna müdahale etmezse evimi su, lağım basar. O zaman, neden benim mesleğim olan yazarlık onun yaptığı işten daha üstün görülüyor. Aslında daha çok ihtiyaç var. Şu anda belki de bu meslekler tam tersine döner ve daha eşit bir perspektiften bakılabilir.
C.Ö: Yapay zekâdan korkmamak gerekiyor. Bizim ve beraber çalıştığımız insanların temel çıkış noktası bu. Edebiyat yayıncılığında çevirmenler, yayıncılıkta metin yazarları, videograflar, editörler benzer bir korku yaşıyorlar. Yapay zekâ işleri kolaylaştıracak ama bunların hepsi birer araç.
İşin sonunda hepimiz sürekli öğrenmek zorundayız, dünya bizi buraya getiriyor. Bunu sadece işçiler veya üniversiteden mezun olmuş meslek sahipleri için söylemiyorum. Bu her aşamada, mevki ve pozisyonda zorunluluk haline geldi. Buna pandemide bir reaksiyon gösterdik. Boş durmak yerine üretken olmakla ilgili birçok şeye maruz kaldık. Gittiğimiz dünya böyle ve bunu kabullenmek zorundayız. Sokrates’teki herkes Sokrates’te yetişti ve gelişti. Buraya gelmiş olanların bile başladığı günle bugün arasındaki görev tanımları tamamen farklı. Ayrı görev, farklı şekillerde yapılmak zorunda ve hayatınıza sürekli yenilikler giriyor. Bu yenilikler göz korkutmasın, bir sabah uyandığınızda her şey farklı olmuyor.
Diyelim ki videographer olarak çalışıyorsunuz, yaptığınız işte daha gelişmiş bir şey çıkıyor. Onu kullanmaya başlıyorsunuz. Sonra sosyal medya paylaşımları ve alt metinleri yazmak için kullanacağınız gelişmiş yapay zekâ modelleri çıkıyor. Onu kullanarak, daha hızlı yapmaya başlıyorsunuz ve yeni bir şeyler öğreniyorsunuz. Hiçbir şey öğrenmeseniz bile, bir sene sonra arkanıza dönüp baktığınızda hayatın hızlı geçtiğini görüyorsunuz. Böyle bir tehlike var ama bundan korkmak gerektiğini düşünmüyorum. Bunu, üniversiteden mezun olan ve yapay zekâ benim kariyerimi etkileyecek diye korkan insanlar için söylüyorum.
Ü.A: Ben daha çok eğitimin kişiselleşeceğini söylüyorum. Müfredat diye bir şey var. Özellikle ortaöğretimde daha baskın ve farklı sosyoekonomik gruplardan farklı öğrenme hızı olan milyonlarca çocuk var. Bu çocukların, aynı şekilde öğrenebileceğini öngören ve genelleştirilmiş bir müfredat var. Müfredattan ziyade belirleyici olan çocuğun öğrenme hızı, ilgi alanı ve sosyoekonomik şartları. Çocukların bir yapay zekâ tarafından daha iyi eğitilebileceğini düşünüyorum. Burada da eğitimciler ve öğretmenler daha çok yönlendirici pozisyona geçecek, bilgiye hangi yollardan ulaşabileceğini vermeleri gerekecek. Kişiselleştirilmiş eğitim çok önemli. Mevzu, bazı konularda uzmanlaşıyor olmak ve o konulara kendinden bir şeyler katmak. Olay, kendi üslubunu ortaya koyduğundan daha iyi bir yere gidecek.
Herkes her şeyi yapabilir hale geldiğinde belirli bir vasatlıkla eşitlendi. Benim yazılarımın şekli de yapay zekâ çağında bir şekilde değişti. Artık daha kişiselleştirilmiş hikâyeler anlatıyorum ve yazının başına, konudan çok alâkasız görünen hikâyeler anlatarak başlıyorum. Ondan sonra ise doğru bilgiye bağlıyorum. Artık doğru bilgi vermenin bir anlamı yok, bilgi herkesin ulaşabileceği noktada. Ben, insanların bilgiyi daha kolay içselleştirebileceği hale getirmekle yazarlık yapabiliyorum. Hem başında hem sonunda kişiselleştirmeye yönelik unsurlar, konuyu eğlenceli ve anlaşılabilir hale getiriyor. Yapay zekânın yapamayacağı, insan faktörünü ortaya koyan bir iş çıkıyor. Geçenlerde beta kuşağı üzerine bir yazı yazmıştım.
U.Y: Bu arada kuşaklar ile ilgili ne düşündüğünüzü merak ediyorum.
Ü.A: Bu biraz ticaretle ve tüketimle ilgili. Biz analog çağında doğduk, televizyon vardı ama internet yoktu. Bizden sonrakiler internetin içinde doğdu ama ondan sonrakiler de sosyal medyanın içinde doğdu. Şu anda doğanlar ise yapay zekânın içine doğuyorlar. Teknolojiye baktığımız zaman çok daha farklı. Mesela ehliyet sınavına girince motor ile ilgili sorular cevaplamak zorundaydık. Şu anda hiçbir arabanın nasıl çalıştığını ve nasıl tamir edileceğini bilmiyoruz. Hepsi devrelerden oluşan bilgisayarlar ve uzmanlık istiyorlar.
O çağda yetişen, motorun nasıl çalıştığını öğrenmekle yükümlü olan çocukla; şu anda bunun karmaşık bir makine olduğu bir yerde büyüyen çocuk aynı olmayacak. Kuşaklara, tüketim alışkanlıkları üzerinden değil de teknoloji üzerinden bakmak daha mantıklı. 1 Ocak 2025 tarihinde beta kuşağı doğdu ve alfa kuşağı da bitti. Ondan önce ise Z kuşağı vardı. Beta kuşağının en büyük özelliği ise kendisinin bir makineden farklı olduğunu anlatabilmek. Daha iyimser yerden bakan bir neslin gelebileceğine ilişkin bir iyimserliğim var.
C.Ö: Böyle bir şey gerçekten olacak mı? İnsani bir yerden bakan bir nesil hayali gerçekleşecek mi? Çok düşük bir ihtimal.
Ü.A: Çok umutsuz olmamak lazım. İnsanların üzerinde uzlaştığı gerçekliğin tarihi yüz elli yıl falan. Fransız Devrimi olurken otuz kilometre ilerideki kasabada kimsenin bundan haberi yoktu. Şu anda bu iletişimle ve teknolojiyle ortaya çıkan bir şey. Sonradan yavaş yavaş yayılıyor ve aynı yavaşlığa dönmemiz lazım. Tarihe not düşmek değerli. Ceza Mahkemesinin bir davada Netanyahu’ya “Sen suçlusun” demesi hiçbir şeyi değiştirmeyecek, biliyoruz. İstanbul’da İkinci Körfez Savaşı zamanında sembolik bir mahkeme kuruldu ama kimsenin işine yaramadı. Nazi döneminde Sophie Scholl’ün “Slyde” deyip, iki gün sonra idam edilmesi hiçbir işe yaramadı. Kazanmaktan öte belki de bu hikâyede not düşmek üzerinden gidilmeli.
U.Y: Biraz hukuk kısmına gelmek istiyorum. Sizin “Uluslarüstü Yapay Zekâ Düzenleme Komitesi” diye bir söyleminiz vardı. Hatta Cumhuriyet’te ondan bahsetmiştiniz. Sizce öyle bir yerden düzenleme yapılabilir mi?
Ü.A: O da düzenleyici bir kurum gibi aslında, regülasyonla ilgili. Tarihte ne zaman bir teknoloji veya yenilik gelmişse, peşinden bir kaos gelmiş. Gromofon ve müzik okuma makineleri icat edildiğinde enstrüman satıcıları, “Bundan sonra hiç kimse enstrüman almayacak çünkü zaten herkesin evinde gramofon olacak. Enstrümana ne ihtiyaç var?” diye düşünmüşler. Fakat müziğe ilgi iyice artmış ve müzisyenler “Kimse artık konser dinlemeye gelmeyecek, biz nereden para kazanacağız?” demişler. Bunun üzerine plak teknolojisi çıkmış, plak satmışlar ve para kazanmışlar. Aynı olay MP3 çıktığı zaman da oldu. 2000’lerin başında müzik sektörünün battığı söyleniyordu. Geçen gün Ferdi Tayfur vefat etti, aylık üç milyon lira dijital telif geliri olduğu söyleniyor. Sabredince düzenleniyor ve bu yapay zekâ için de geçerli.
Biz, Yeni Medya 451’de yapay zekâ ve hukuk diye bir bölüm yapmıştık. Orada yapay zekâ üzerine birçok davayı incelemiştik. Çalışması çok keyifliydi, yapay zekânın karar verdiği birçok şeyde bizim itiraz hakkımız olacak. Kredi talebimizi insanlar reddetmiyor. Bir bilgisayar, bankacılık sistemindeki bir yapay zekâ aracı karar veriyor.
O zaman kime dava açacağız?
Yapay zekâya dava açmamız gerekiyor.
Amerika’da bununla ilgili birçok dava var. Şartlı tahliyelerde yapay zekâ, ırklara göre önyargı gösterebiliyor. Bunlar hep olacak, önce bir kaos çıkıyor
ve ardından tartışmalar geliyor. Tartışmaların ardından düzenleme ve normalleştirme geliyor. Sonra işte başka bir yenilik, başka bir kaos.
U.Y: Telif meselesine gelmek istiyorum. Karikatür dergilerinin yaşadığı sıkıntı, karikatürlerin serbest dolaşımından kaynaklanıyordu. Bu işler sosyal mecralarda çok kolay paylaşılabilir halde.
C.Ö: Bunlar aşılacak. ABD’de emsal oluşturacak bir dava dönüyor, “Class Action Lawsuit” kamu davası. Bu kamu davası birçok bireyi ilgilendiriyor. Yani bir kamu davası açıyorsunuz ama mağdurların hepsi adına aynı anda açıyorsunuz. Dolayısıyla o davayı kazanırsanız, sizin adına dava açtığınız herkes tazminattan payını alıyor. Şimdi Stable Diffusion’a açılmış büyük bir dava var. İnternetten çekilerek sisteme entegre edildiği için çekilen görsellerin hepsinin telif sahipleri adına açılmış. Bu davanın sonucu çok belirleyici olacak. Orada adil kullanım diye bir tanım var. “Bu adil kullanıma girecek mi, girmeyecek mi?” sorusunun tartışması yaşanıyor. Midjourney, Stable Diffusion’un sahibi olan adam ise “Esinlenmeden, temel almadan hangi sanat eseri olabilir ki?” diyor.
Bir yandan da kopyalanan, antrenman
için kullanılan görsellerin; yapay zekânın kendi ürettiği görsellerde de tekrar ettiğini görüyoruz. Mesela GetImages filigranı olan görselleri aldığı için bazı görsellerinde sağda, bazılarında solda GetImages logosu çıkıyor. Böyle olunca GetImages de davaya giriyor. Bu dava, dünyayı demokrasiye nispeten önem verdiğini söyleyen bir tarafın mı yönettiğini belirleyecek. Davayı Stable Diffusion, Midjourney kaybederse, yapay zekâlar internetten antrenman ve entegre için çekecekleri verilerin hepsine telif ödemek zorunda kalacaklar.
Bu sadece Batı dünyasında geçerli olacaktır ve Çin’i durduramayacaktır. Dolayısıyla yapay zekâ sahipleri, internetteki bütün içerikler için para ve telif ödemek zorunda kalacaklar. Bu durum çok adil ve hak edilen bir durum. Kafana göre milletin resmini kullanıp, sistem geliştirip, para basamazsın. Bir yandan da telif yasası anlaşmalarına dâhil olmayan ülkelerin sistemlerini geliştirdiklerini, geliştirmek için kullandıkları algoritmaların veri toplayarak yapay zekâ konusunda ön plana çıktığını görebiliriz. Aynı şey silah, savaş ve bütün alanlarda kullanılacak yapay zekâlar için de geçerli. Bir ikilemle karşı karşıyayız. Çin’in dünyayı ve bizi yönetmesinden korkuyorsak, demokrasiden maalesef vazgeçmek zorundayız gibi görünüyor.
U.Y: Hem yeni medya-toplum ilişkilerini hem de yapay zekâ-insan ilişkilerini derinlemesine tartıştığımız bir söyleşi oldu. Vakit ayırdığınız ve dosya konumuza katkı sağladığınız için çok teşekkür ederiz. İyi ki bizi kırmadınız, geldiniz.
Can Öz & Ümit Alan: Bütün soruların erkekler tarafından sorulup, bütün cevapların erkekler tarafından verildiği programın sonu da hakikaten çok güzel oldu. Çok güzel sorular sordunuz, teşekkür ederiz. (Gülerek)
E-Bülten Kaydı
Gelişmelerden haberdar olun.