Bilimsel Anlatının Tasarımla İlişkisi

Yayın Tarihi: 12 Ağustos 2025
Toplam Okunma: 51
Okuma süresi: 9,1 dakika

-Alper Akkaya

Bilgiyi aktarmanın, anlaşılır ve etkili bir biçimde sunmanın birçok yöntemi vardır. Bu yöntemler arasında metinsel anlatım genellikle ilk sırada yer alsa da tasarım, bilgi transferinde etkili, verimli ve çok yönlü bir iletişim aracı olarak özel bir yere sahiptir. Özellikle soyut ve karmaşık kavramları yapılandıran, somutlaştıran ve anlamı anlaşılır hâle getiren tasarımın, enformasyonun iletilmesi ve kavranması sürecinde sağladığı kolaylıklar tartışmaya değerdir.

İnsan beyni, sözel olana kıyasla görsel verileri hızlı ve etkili bir şekilde algılayacak biçimde evrimleşmiştir. Bu evrimsel süreçte, çevresel tehditleri algılamak, yiyecek bulmak gibi iç güdülerimiz oldukça önemli rol oynamıştır. Beynimizin neredeyse yarısı, doğrudan ya da dolaylı olarak görselleri işleyecek şekilde çalışmaktadır. Bu çalışma prensibi, gördüklerimizi kolayca anlamamıza ve yorumlamamıza olanak tanır. MİT’de yapılan bir araştırma beynimizin bir görseli 13 milisaniyede tanıyabileceğini gösteriyor. Bu görsel işlem gücü, bilgiyi kavramayı kolaylaştırmakla kalmaz, aynı zamanda öğrenilenlerin kalıcı hafızaya yerleşmesini sağlar.

Tasarım dendiğinde genellikle ilk akla gelen estetik kaygılardır. Oysa Louis Sullivan’ın ünlü “Form follows function” (Biçim işlevi takip eder) sözü, tasarımın asıl amacının işlevsellik olduğuna işaret eder. Sullivan’ın bu yaklaşımı yalnızca mimarlık alanı ile sınırlı değildir; grafi k tasarım, endüstriyel tasarım ve dijital içerik üretimine kadar pek çok alan için de geçerlidir. İster bir gökdelen ister bir sosyal medya paylaşımı tasarlanıyor olsun, her tasarım işlevselliği merkeze alarak şekillenir. Bu nedenle tasarımcılar; renk, oran, boyut gibi çeşitli görsel araçlarla çalışırken, yalnızca estetik arzulardan değil, davranışsal psikoloji ya da göstergebilim gibi disiplinlerden de beslenirler. Nihayetinde amaç, kullanıcı için daha anlaşılır ve işlevsel bir deneyim sunmaktır.

Tüm bu noktalar, tasarımın yalnızca estetik ve sanatsal sunum amaçlayan görsel bir düzenleme değil, bilgi aktarımında etkili bir araç olduğunu ortaya koyar. Tasarım, özellikle bilimsel bilgilerin geniş kitlelere ulaştırılmasında görselleştirme sadeleştirme ve anlaşılır kılma gibi özellikleriyle önemli bir rol üstlenir. Bu yönüyle tasarım bilim iletişimi ile oldukça yakın bir ilişki içerisindedir. Bilim iletişiminin temel amacı bilimsel keşif ve kuramları toplumla buluşturmaktır. Alanında uzman bilim insanları tarafından üretilen bilgiyi toplumun genelinin anlayacağı şekilde sadeleştirerek paylaşmaktır. Bilim iletişiminin temelleri 17. yüzyılda Voltaire ve Diderot gibi düşünürler tarafından atılmıştır. Bu isimler, yaşadıkları dönemde bilginin yaygınlaştırılması gerektiğini savunmuşlardır. Ancak bu fikir 18. yüzyılda Sanayi Devrimi ile birlikte hayata geçirilebilmiştir. Bu dönemde kâğıt üretimi ucuzlaması, buharlı matbaa icat edilmesi ile birlikle bilginin daha geniş kitlelere ulaşabilmesi mümkün hâle gelmiştir.

Basılı yayınlarla başlayan bu ilişki, zaman içerisinde neredeyse tüm farklı tasarım alanlarına yayılarak devam etmiştir. Teknoloji geliştikçe ve tasarım mecraları çeşitlendikçe bilim iletişimi bu mecralarda kendine yer bulmuştur. Şimdi, tarihsel süreçte, farklı dönemlerde tasarımın bilim iletişimine nasıl katkı sunduğunu birlikte inceleyelim.

Sanat ve Bilim İletişimi

Bilim ve tasarımın bu denli iç içe geçmiş olmasının, sanat dünyasına da çeşitli yansımaları olmuştur. Rönesanstan bu yana sanatçılar bilimi hem ilham kaynağı hem de bir araç olarak kullanmışlardır. Rönesans sanatçıları, eserlerinin gerçekçiliğine büyük önem vermiş ve çoğu anatomiyle yakından ilgilenmiştir. Örneğin Michelangelo’nun ünlü eseri Davut Heykeli, anatomik doğruluğu ile dikkat çeker. Rönesansla birlikte başlayan bu bilim-sanat etkileşimi, zamanla daha da güçlenmiştir. Öyle ki, biyolojik sanat ve veri sanatı gibi bazı modern sanat akımları bilimle tamamen bütünleşmiştir.

Fotoğraf ve Bilim İletişimi

Hem basılı hem de dijital mecralarda kullanılan bir diğer tasarımsal yöntem ise fotoğrafçılıktır. Anlatılmak istenen öznenin veya konunun görsel bir temsil aracılığıyla doğrudan izleyiciyle buluşmasını sağlayan bu iletişim aracı, zamanla, yalnızca gündelik yaşamın değil, evrenin en uzak köşelerinin de kaydını tutabilecek güce ulaşmıştır. 20. yüzyılda yaşanan teknolojik gelişmeler ile birlikte, dünyayı uzaydan fotoğrafl amak mümkün hâle gelmiştir. Bu gelişmeler, yalnızca teknik bir ilerleme olmakla kalmamış; aynı zamanda bilimsel keşifl erin görsel olarak paylaşılmasını ve geniş kitlelere ulaştırılmasını da mümkün kılmıştır. Örneğin, 2019 yılında milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki M87 kara deliğinin fotoğrafı çekilmiştir. Bu fotoğraf, kamuoyunun büyük ilgisini toplamış ve görelilik gibi teorilerin sınanmasına olanak sağlamıştır.

Video ve Bilim İletişimi

Videolar tasarımcıya hareket ve ses gibi unsurları kullanarak bir süreci anlatma imkânı sunar. Bu özellikleri sayesinde videolar, özellikle karmaşık bilimsel konuların sadeleştirilerek anlatılmasında etkili bir araç hâline gelmiştir. İnternetin ve sosyal mecraların yaygınlaşması ile video tüketim alışkanlıklarını tamamen değiştirmiştir. Sosyal medya video tüketimini günlük hayatın ayrılmaz bir parçası hâline getirmiştir. Günümüzde video denince akla ilk gelen platform ise YouTube. YouTube’da, izlenme sayıları milyonları aşan bilim iletişimi içerikleri bulunuyor. Üstelik bu sayılara ulaşan Türkçe içerikler de mevcut.

Bu yönüyle YouTube, tasarımın bilim iletişimiyle nasıl buluştuğunu gösteren güzel bir örnektir. Bu alanda tasarımın gücünü etkili biçimde kullanan örneklerden biri Kurzgesagt kanalıdır. Bu kanalda bilimsel konular, animasyon formatında kısa ve öz bir şekilde anlatılır. Örneğin, kara delikler hakkında hazırlanan bir videoda, anlatıma füzyon reaksiyonuyla başlanır; ardından yıldızların oluşumu, çöküşü ve karadeliğin doğuşu gibi adımlar takip edilir. Böylece, milyarlarca yıllık bir süreç yalnızca beş dakikada herkes tarafından anlaşılabilecek şekilde özetlenir. Günümüzde YouTube ve muhtelif dijital mecralarda, Kurzgesagt gibi içerik üreticileri bilimsel bilgileri görsel tasarım, kurgu ve hikâye anlatımı gibi tekniklerle harmanlayarak geniş kitlelere ulaştırmakta, yani bilim iletişimi yapmaktadır. Görüldüğü üzere, sosyal medyanın popülerliği bilimi yaygınlaştırmak için uygun koşullar oluşturmaktadır.

İllüstrasyon ve Bilim İletişimi

Basılı mecralarda en yaygın kullanılan tasarım yöntemlerinden biri illüstrasyondur. Bir konunun tamamını görsel olarak anlatmak veya bir metni desteklemek amacıyla tercih edilen bu çizimler, içeriği daha dikkat çekici hâle getirerek daha kolay kavranmasını sağlamaktadır. Anatomi, biyoloji gibi canlıları inceleyen bilim dalları, bilim iletişimi tarihi boyunca illüstrasyondan özellikle beslenmiştir. Bu alanlarda incelenen nesnenin fiziki bir varlık olması, görselleştirme için oldukça uygun bir zemin oluşturmaktadır.

Bununla birlikte, sadece canlıları inceleyen biyolojik bilimlerle sınırlı kalmadan, teorik disiplinlerde de görselleştirmenin önemli bir rolü olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin, Einstein’ın genel görelilik kuramını yalnızca matematiksel formüllerle anlatmak zordur. Ancak bu konu uygun şekilde görselleştirildiğinde, matematik bilgisi olmayan birinin bile kütlenin uzay-zaman düzlemine etkisini kolayca kavraması olanaklı hâle gelebilir. Çünkü üç boyutlu düzlemlerdeki değişimi görsel olarak algılamak, soyut matematiksel ifadelerden çok daha kolaydır.

Biyolojik Sanat

Bilimle çok güçlü bağlar kurmuş olan sanat akımlarından biri biyolojik sanattır. Bu akım, canlıların genetiğiyle oynayarak onları sanat eserine dönüştürmek veya canlı objeleri malzeme olarak kullanmak gibi yöntemler içerir. Sanatçılar eserlerini laboratuvarlarda bilim insanlarıyla birlikte çalışarak üretmektedir. Laboratuvar ortamında canlıların DNA dizilimini değiştirmek ya da tek hücreli canlılardan bakteri kültürleri oluşturmak başvurulan üretim metotlarındandır. Doğrudan canlılar üzerinde yapılan bu çalışmalar, etik tartışmalara da yol açmıştır. Eduardo Kac’ın “GFP Bunny” adlı eseri, bu akımın en öne çıkan örneklerinden biridir. Ancak tıpkı diğer biyolojik sanat örneklerinde olduğu gibi, bu eserde de etik tartışmalar çoğu zaman eserin önüne geçmiştir.

Veri Sanatı

Bilimle yoğun etkileşim içinde olan bir diğer sanat akımı ise veri sanatıdır. Bu sanat anlayışında sanatçılar, büyük veri setlerini algoritmalar aracılığıyla işleyerek görsel veya işitsel eserlere dönüştürmektedir. Yapısı gereği, veri sanatı üretimleri genellikle dijital ortamlarda gerçekleştirilir. Akımın genel anlayışının aksine veriyi analog olarak görselleştirmeyi tercih eden sanatçılar da vardır. Stefanie Posavec ve Giorgia Lupi’nin “Dear Data” projesi akımın en dikkat çekici örneklerinden biridir. Günlük hayattan elde edilen veriler ışığında üretilen eserler kitaplaştırılarak MoMA koleksiyonuna girmiştir.

Veri sanatıyla ilgili en dikkat çekici noktalardan biri, izleyicilerden anlık olarak veri toplayabilme özelliğine sahip olmasıdır. İzleyicinin vücut ısısı, nefes alışverişi veya salondaki hareketleri gibi veriler gerçek zamanlı olarak işlenerek sanat eserlerine dönüştürülebilmektedir. Böylece, her izleyiciye özgü ve kişiselleşen sanat eserleri ve sergiler ortaya çıkmaktadır.

 

E-Bülten Kaydı

Gelişmelerden haberdar olun.

Yorum Yazın