Deneyimle Gerçekliğin Arasında: Efes & Ayasofya

Yayın Tarihi: 8 Ağustos 2025
Toplam Okunma: 148
Okuma süresi: 13,1 dakika

-Sıla Gündüz

“Yeni nesil müzecilik” vizyonuyla yola çıkan DEM Müzecilik, bizleri Ayasofya Tarih ve Deneyim Müzesi’nde ağırladı. Bu davetin üzerine ses, ışık ve interaktif görsellerle onların immersif hikâye anlatıcılığıyla tanıştık. Ziyaretçilerin Ayasofya’nın farklı dönemlerini yaşayarak hem duygusal hem de entelektüel bir bağ kurabildiği bu çok katmanlı deneyim, tarihi yalnızca aktarmakla kalmıyor; akılda kalıcı bir öğrenim sağlıyor. Söyleşimizde DEM’in hikâye stratejisinden teknolojinin anlatıya kattığı güce, deneyim müzelerinin ziyaretçiyi izleyici olmaktan çıkarıp katılımcıya dönüştüren yönlerine kadar pek çok konuyu ele aldık.

Anlattığınız hikâyeler hangi bakış açısıyla kurgulanıyor? Örneğin bir olayın çoklu tarihsel perspektiflerine yer veriyor musunuz, yoksa odaklı bir anlatı mı tercih ediyorsunuz?

Dem Müzecilik olarak deneyim müzelerimizin temelini her zaman hikâye anlatıcılığı üzerine inşa ediyoruz. Ancak bu yalnızca bir anlatım değil, çok katmanlı, çok disiplinli ve çoklu tarihsel perspektiflere dayanan bir içerik stratejisiyle kurgulanmış, ziyaretçiye düşünsel ve duygusal düzeyde dokunan bir anlatı mimarisi. Her proje sürecimizde kazı başkanları, sanat tarihçileri, dönem uzmanları ve akademisyenlerle iş birliği yaparak anlatılarımızı yalnızca bir görüşün değil, farklı tarihsel aktörlerin bakış açılarını içerecek şekilde tasarlıyoruz. Amacımız tarafsız, dengeli ve bilgi temelli bir anlatım diliyle ziyaretçiye derinlikli bir tarihsel bağlam sunmak.

Ayasofya Tarih ve Deneyim Müzesi’nde benimsediğimiz anlatım dili, yapının yalnızca bir dönemine değil, hem Bizans hem de Osmanlı dönemlerinin özgün kültürel ve tarihsel atmosferlerine eşit mesafede yaklaşan bir perspektife dayanıyor. Bu sayede ziyaretçiler, Ayasofya’nın dönüşümünü yalnızca bir zaman dilimi içerisinde değil, tarihin farklı katmanlarında yürüyerek deneyimliyor. Anlatının çok sesli yapısı, yapı kadar tarih anlatımını da kapsayıcı ve evrensel bir zemine taşıyor.

Efes projemizde ise farklı bir hikâye tekniği benimsedik. Mitolojik anlatı unsurlarını merkezine alan bu deneyim, tarih ile kültür arasında bir köprü kuruyor. Ziyaretçiye yalnızca bilgi sunmakla kalmıyor, aynı zamanda anlatıya duygusal düzeyde bağ kurabileceği bir alan açıyor. Bilinçli bir çoklu anlatı stratejisiyle kurgulanan bu deneyim, antik dönemle günümüz arasındaki sembolik ve kültürel bağlantıyı görünür kılıyor.

Efes ve Ayasofya gibi, farklı dil, din ve kimlikten milyonlarca ziyaretçiyi ağırlayan kültürel alanlarda, tarih anlatımının biçimi yalnızca estetik bir tercih değil kültürel hafıza, barış dili ve tarihsel adalet açısından da kritik bir önem taşır. Bu nedenle Dem Müzecilik olarak her projede çoğulculuğu esas alan bir hikâye anlatımı geliştiriyor, geçmişin farklı seslerine alan açmaya özen gösteriyoruz. Sonuç olarak, bizler için tarih anlatmak değil onu yaşatmak, deneyimletmek ve çok yönlü bir bağ kurmak önceliklidir. Ziyaretçilerimizin yalnızca bilgi edinmesini değil, geçmişle anlamlı ve kalıcı bir ilişki kurmasını hedefliyoruz.

Size göre iyi bir deneyimsel anlatı (immersive storytelling) nasıl olmalı? Hikâyenin sürükleyiciliği mi daha belirleyici, yoksa ziyaretçinin içinde kendini bulabileceği boşluklar mı yaratmalı? 

İyi bir deneyimsel anlatı, yalnızca sürükleyici bir hikâyeyle ve ziyaretçiyi içine çekmekle yetinmez aynı zamanda ziyaretçiye kendi duygularını, geçmişini ve yorumlarını yerleştirebileceği boşluklar da bırakmalıdır. Yani etkili bir immersif kurgu, hem anlatının bütünlüğünü korumalı hem de ziyaretçiye o anlatıya ortak olabileceği alanlar tanımalıdır. Bu iki unsur hikâyenin sürükleyiciliği ve deneyimi kişiselleştirecek boşluklar, birbirinin zıttı değil, tamamlayıcısıdır. Sürükleyici bir akış, ziyaretçiyi dikkatle izlemeye sevk ederken stratejik aralar, eksik bırakılmış görseller ya da yalnızca sesle kurulan sahneler, ziyaretçiye hayal gücünü kullanma alanı sunar. Bu da anlatıyı sadece izlenen değil, içselleştirilen bir deneyime dönüştürür. Örneğin Efes Deneyim Müzemizde 3D ses sistemleri ve mimariye özel ses kurguları sayesinde yalnızca görsel değil, işitsel bir ritim yakalanıyor. 

Artemis Tapınağı’nın yükseliş anında kullanılan dramatik müzik ve titreşimli zemin, bilgi vermenin ötesine geçerek fiziksel ve duygusal bir etki yaratıyor. Hikâyenin bazı bölümlerinde ise karakter görünmüyor, yalnızca ses duyuluyor. Bu, ziyaretçiye boşlukları kendi yorumuyla doldurma şansı tanıyor. Ayasofya’da ise katmanlı tarih anlatımı, farklı dönemlerin ses ve görselleriyle kurgulanırken, ziyaretçiye sadece bilgi değil zamanlar arası geçişte duygusal rezonans alanları da sunuluyor. Örneğin camiye dönüş anı, salt tarihsel bir bilgi değil sesi ve atmosferiyle birlikte hissettirilen bir deneyim haline geliyor.Sonuç olarak, iyi bir deneyimsel anlatı, sürükleyiciliğiyle dikkat çekerken ziyaretçiye boşluklar sunarak o anlatıyı sahiplenmesine olanak tanımalı. Bu bağlamda teknoloji yalnızca bir destek unsuru değil, anlatının esnekliğini ve katmanlılığını sağlayan bir araçtır. Ziyaretçiyi pasif izleyiciden aktif tanıklığa taşıyan da tam olarak bu dengedir.

Ziyaretçileri “izleyici” olmaktan çıkarıp “deneyimleyici” ve hatta “katılımcı” bireylere dönüştürüyorsunuz. Bu aktif katılımı sağlayan ana unsurlar nelerdir?

Ziyaretçinin aktif katılımını sağlamak, iki temel eksenin dengeli ve bütüncül bir birleşimine dayanıyor. Sürükleyicilik ve duygusal bağ kurma. Sürükleyicilikten kastettiğim ziyaretçinin gerçek zaman ve mekan algısını geçici olarak yitirmesine neden olabilecek ölçüde yoğun ve etkileyici bir atmosfer yaratmak. Teknolojinin olanak verdiği, ışık, ses, görsel tasarım ve mekansal tasarım gibi unsurları kullanarak, ziyaretçiyi başka bir dünyaya taşıyan deneyim alanları oluşturuyoruz. Bağ kurma ve içselleştirme ise bu deneyimin ruhunu oluşturuyor. Ziyaretçiye, kendi duygularını, geçmişini ya da kimliğini anlatılan hikâyeye yerleştirebileceği alanlar sunuyoruz. Bu yaklaşım sayesinde ziyaretçi sadece bir gözlemci olmaktan çıkıyor ve hikâyenin bir parçası haline geliyor. İşte bu iki eksenin yani sürükleyicilik ve içsel bağ kurmanın kesiştiği noktada, ziyaretçiyi pasif bir izleyici konumundan çıkarıp, aktif bir yaşayana dönüştüren deneyimsel alanlar yaratıyoruz. 

Deneyim müzesinde kullandığınız artırılmış gerçeklik gibi teknolojiler tarihsel verileri ve bilimsel gerçekleri aktarmada standart müze kavramına ve yarattığı anlatı şekline göre ne tür avantajlar sağlıyor?

Kullandığımız teknolojiler, ziyaretçilere yalnızca bilgi sunmakla kalmıyor aynı zamanda onları duygusal ve çok duyulu bir deneyimin içine çekiyor. Son teknolojilerle oluşturulan müzelerimizle görsel, işitsel ve duyusal öğelerle bütüncül (holistik) bir deneyim sunuyoruz. Bu anlatı biçimi ile ziyaretçiyi yalnızca bir gözlemci olmaktan çıkarıyor, bir zaman yolculuğuna çıkarak dönemi yaşamasını ve hissetmesini sağlıyoruz. Geleneksel müzelerin statik yapısının ötesine geçerek, bilgiye duygusal bir bağ katıyor ve ziyaretçilerin hafızalarında daha kalıcı bir iz bırakıyoruz. Deneyim müzelerimizin yanı sıra kültürel ve tarihi alanlardaki ziyaretçi deneyimini en yüksek standartlara taşımak amacıyla kapsamlı yönetim ve operasyon çözümleri sunuyoruz. 

Örneğin Ayasofya Camii ziyaret alanında artırılmış gerçeklik ile dijital restorasyon olarak adlandırılan teknolojiyi kullanarak, eserlerin günümüze ulaşmamış bölümlerini 3D modelleme ile tamamlıyor ve ziyaretçilerimizin bu eşsiz tarihe tanık olmalarını sağlıyoruz. 

Bu deneyimde insanların tepkilerini nasıl buldunuz? Yapmayı amaçladığınız nihai hedefe uygun bir geri bildirim aldınız mı?

Ziyaretçilerden aldığımız geri bildirimler son derece olumlu ve teşvik edici. Hem yerli hem de yabancı ziyaretçilerin gösterdiği yoğun ilgi, deneyim müzesi yaklaşımımızın güçlü bir karşılık bulduğunu gösteriyor. Özellikle duyguya ve deneyime dayalı anlatım dilimizin farklı yaş ve kültür gruplarında yankı bulması, hedeflediğimiz evrensel erişilebilirlik ilkesini destekliyor. Teknoloji artık Z kuşağının öğrenme biçimi. Kültürel mirasımızı aktarmak için onların diliyle, yani dijital anlatımla konuşmamız da özellikle genç hedef kitlenin tarihi daha kolay anlamalarını, duygusal bağ kurmalarını sağlıyor. Bu sayede gençlerin müzelere olan ilgisinin arttığını gözlemliyoruz. 

Bugüne kadar her iki müzemizin de toplamda 11 uluslararası ödüle layık görülmesi, yalnızca gurur verici değil aynı zamanda vizyonumuzun doğruluğunu ve bu alandaki kararlılığımızı teyit eden önemli bir gösterge. Bu geri dönüşler ziyaretçilerin, ziyaretten öte müzelerimizle duygusal, düşünsel ve deneyimsel bağ kurduğunu gösteriyor.

Bu tür deneyim müzeleri, sürdürülebilir bir kültürel miras bilincini sağlayabilir mi? Ayasofya tarihsel olarak birçok etnisiteye hitap ediyor, kültürlerarası iletişim boyutunu nasıl sağladınız? 

Ayasofya’nın çok katmanlı tarihini aktarırken, tek bir kültürel veya dönemsel bakış açısına sıkışmadan farklı etnik kimlikleri, inançları ve tarihsel dönemleri kapsayan bütüncül bir anlatı kurmaya özen gösterdik. Akademisyenlerin, tarihçilerin çoklu görüş ve değerlendirmeleriyle dengeli ve tarafsız bir hikâye dili oluşturduk. Bu anlayışı pekiştirmek adına 23 farklı dilde sunduğumuz sesli rehber sistemiyle dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçilere erişim sağlıyoruz. Böylece hikâyemiz, hem yerel hem de küresel ölçekte kapsayıcı bir nitelik kazanıyor.Bu yaklaşım yalnızca kültürlerarası diyaloğu desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda evrensel bir miras bilincinin inşasına katkı sunuyor. Farklı kimlik ve aidiyetleri gözeten bu saygılı ve dengeli anlatım dili, kültürel mirasın sürdürülebilirliğini sağlamanın temel anahtarlarından biri. Müzeciliği bir koruma alanı değil  yaşayan bir kültürel köprü olarak konumlandırıyoruz.

“Deneyim müzelerinde ‘görselleştirme’ çoğu zaman büyüleyici bir şov unsuru haline geliyor. Sizce bu, bilginin derinleşmesine negatif anlamda etki ediyor mu? Görsel unsurlar nitelik kaybına yol açıyor mu? 

Deneyim müzelerinde görsel anlatım, sadece bir şov unsuru değil bilginin daha etkili, anlaşılır ve kalıcı biçimde aktarılmasını sağlayan güçlü bir araçtır. Örneğin, Ayasofya Tarih ve Deneyim Müzesi’nde ziyaretçiler önce Ayasofya’nın dönemlerine göre kurgulanmış immersif hikâyesini deneyimliyor ve tarihi yapının farklı dönemlerini yaşayarak hem duygusal hem de entelektüel bir bağ kuruyor. Ardından ziyaretçiler, 300’e yakın eserin yer aldığı sergi alanında klasik müze deneyimi yaşıyor. Bu yönüyle müzemiz geleneksel müzecilikle yeni nesil dijital anlatım tekniklerini bir araya getiren öncü bir model sunuyor. Geleneksel müzeciliğin en önemli unsurlarından biri olan klasik eserler kültürel mirasın somut değeri olarak deneyimin ayrılmaz bir parçası. Müzemiz bu yönüyle hibrit müze özelliği taşımaktadır. Son aşamada ise Ayasofya Camii’ni bizzat ziyaret ederek bu üç aşamalı yolculuğu gerçek tarihi yapıda tamamlama fırsatı buluyorlar.

Benzer şekilde, Efes Deneyim Müzesi’nde ziyaretçiler önce dönemin mitolojik hikâyesini dinleyerek antik Efes’in dünyasına adım atıyorlar. Efes’in antik çağındaki caddelerine, festivallerine, tapınaklarına, evlerine, çarşı ve pazarlarını gezebiliyorlar. Artemis Tapınağı’nda büyülü bir yolculuğa çıkarak, Liman Caddesi’nden yürüyüp Teras Evler’e misafir oluyorlar.  Özetle antik çağın günlük yaşamına dair immersif deneyimlerle tarihi içselleştiriyorlar. Ve son aşamada gerçek antik kenti keşfe çıkıyorlar. Bu çok katmanlı anlatı biçimi, bilgiyi yalnızca görsel değil, duygusal ve düşünsel düzeyde işliyor. Bizler sadece çizgisel ya da işitsel bir hikâye sunmuyoruz, eserlere, gerçek tarihi yapılara ve tarihsel bağlama dayalı bir bütünlük kurarak tarihi uçtan uca, tarafsız ve çok boyutlu şekilde anlatıyoruz. Bu sayede “görselleştirme” bilimsel niteliği zedelemeden aksine güçlendiren bir unsur haline geliyor.

Sizce Ayasofya’yı ya da Efes’i dijital anlamda deneyimleyen biri, gerçek yapıyı görmeye motive olur mu? Deneyim müzesi orijinal yapıyla nasıl bir ilişki kuruyor? 

Kesinlikle. Deneyim müzeleri, ziyaretçide “yerinde görme” isteğini tetikleyen güçlü bir motivasyon yaratıyor. Dijital anlatımlar, yapının tarihine, sanatına, kültürüne dair farkındalığı artırırken ziyaretçinin zihninde de bir merak oluşmasını sağlıyor. Hikâye yalnızca bilgi vermekle kalmıyor, yapıyla duygusal bir ilişki kurmanın da önünü açıyor. Ziyaretçi, dijital olarak deneyimlediği bir yapının gerçekliğini kendi gözleriyle görme, ona dokunma, atmosferini soluma isteği taşıyor. Bu da deneyim müzesinin, orijinal yapıya bir “geçiş alanı” işlevi görmesini sağlıyor. Kısacası, dijital deneyim bir “son” değil tarihi yapıya giden yolun ilk durağı. Yapıyı yalnızca anlatmakla kalmayıp, ona gidip dokunmak isteyen bir ziyaretçi profili oluşturuyoruz. Bu da kültürel mirasa ilgiyi derinleştiren ve sahayla bağ kurmayı pekiştiren önemli bir etki yaratıyor.

Diğer kültürel miras alanlarında benzer bilim iletişimi projeleri tasarlamayı düşünüyor musunuz? Dem ulusal çapta mı çalışıyor küresel çapta iş üretecek mi? 

Dem Müzecilik olarak hem ulusal hem de uluslararası ölçekte kültürel miras alanlarında yeni projeler geliştirmeye devam ediyoruz. Türkiye İstanbul’da Ayasofya, İzmir’de Efes Deneyim Müzelerinin ardından Denizli’de,  Hierapolis antik şehrinde  3. müzemiz olan Hierapolis Deneyim Müzesi hayata geçecek. Bunun yanı sıra, yurt dışında da özellikle İngiltere ve İtalya başta olmak üzere Avrupa’nın farklı noktalarında iş birliklerine imza atmak üzere çalışmalar yürütüyoruz.

Hedefimiz, deneyim müzeciliği alanındaki yaklaşımımızı yalnızca yerel bağlamlarda değil, farklı kültürel coğrafyalarda da uygulayarak evrensel bir anlatım dili geliştirmek. Kültürel mirasın korunması kadar yorumlanması ve erişilebilir kılınması da bizim için öncelikli.

E-Bülten Kaydı

Gelişmelerden haberdar olun.

Yorum Yazın