Bilgi Çağı Gurusu: Marshall McLuhan

Yayın Tarihi: 8 Ağustos 2025
Toplam Okunma: 65
Okuma süresi: 13,4 dakika

-Mustafa Burak Avcı 

Kimilerine göre 20. yüzyılın en büyük medya kuramcısı, “Bilgi Çağı Gurusu”, “Elektronik Çağın Kâhini”, “Siber Uzayın Babası”. Bilimsel üretimle pek ilgilenmeyen ya da kuramsal okuma yapmayanlar için ise bugünlerde arkasında sıralanmış televizyon ekranlarıyla verdiği o meşhur fotoğraftan tanıdığı, insanların aklında popüler bir medya yüzü olarak yer edinmiş yeni medyanın babasıdır Marshall McLuhan. 

60’lı yıllarda ortaya attığı “Küresel Köy” kavramıyla, internetin bir altyapı teknolojisi olacağını öngörmüş, herkesin içeriğe yani mesaja odaklandığı zamanlarda araçları daha doğrusu “ortam”ı işaret etmişti. Provokatif önermeleri, katıldığı televizyon programları, verdiği konferanslar ve yer aldığı ana akım mecralar ile ününü bir akademisyenin olası etki alanının çok daha fazlası bir yere taşımıştı. Geniş kitlelere ulaşmayı başarmış; medya eleştirileri, kültürel analizleri ve kendine özgü aforizmalarla örülü etkileyici üslubuyla bir fenomen haline gelmişti. Böylece yalnızca zamanının en güçlü medya kuramcılarından biri değil, aynı zamanda erken dönem bilim anlatıcılarından biri olarak anılmış, fikirlerini kamusal alanda tartışmaya açmayı başarmıştır. Kitle iletişim araçlarının insan duyularını ve bu duyular arasındaki dengeyi nasıl etkilediği üzerine yürütülen tartışmalar, bugün hâlâ McLuhan’ın açtığı yolda ilerliyor. Ortaya koyduğu medya kuramları ve analiz çerçevesiyse,  yeni medyayı yorumlamak isteyen çalışmalar için hâlâ güçlü bir kavramsal araç. 

McLuhan, özellikle “Araç mesajdır” ve “Küresel Köy” gibi kavramlarıyla hafızalara kazınmış; bu sebeple de akademik çevrelerce sert eleştirilere maruz kalmıştır. Fakat öngördüğü biçimde, internetin ve sosyal mecraların dünya genelinde temel bir iletişim teknolojisine dönüşmesi, McLuhan’ın ne kadar isabetli tahminlerde bulunduğunu ispatlar nitelikte. 

Üstelik McLuhan’ın anlayışı yalnızca kitaplarlıyla sınırlı kalmamış, döneminin en popüler dergilerinden Playboy’a (1969) verdiği unutulmaz söyleşiyle halka seslenmişti. Medya kuramlarını karmaşık kavramlardan arındırarak, herkesin gündelik hayatına dokunacak örneklerle paylaşmış, kuramlarını anlatırken aynı zamanda onu ilettiği mecrayı da bir araç olarak kullanmıştır. Nitekim “Araç, insanın uzantısıdır.” diyerek; tekerleği ayağın, kitabı gözün, giysiyi ise derinin bir uzantısı olarak tarif etmiş; teknolojiyi insanın kendi yetilerini geliştirmesinin doğal bir parçası olarak tanımlamıştır. Bu söyleşide en çok akılda kalan söylemlerinden biri olan 

“Araç mesajdır” ifadesini, “Televizyon sadece bir eğlence kutusu değildir; insanların görme, işitme, hissetme ve düşünme biçimlerini yeniden şekillendirir.” sözleriyle açmış, teorisini gündelik hayattan örneklerle insanların zihnine kazımıştır. McLuhan’ın bilimi popülerleştirme çabasını sürdürdüğü bir başka mecra ise televizyon.

İllüstrasyonlar: Şirvan Kopçuk

Kitaplarının çok satanlar listesine girmesinin ardından McLuhan, NBC’nin “Experiment in Television” adlı belgesel serisinin “Medium is the Message” başlıklı bölümüne konu edilir. Deneysel bir yaklaşımla hazırlanan bu bölümde McLuhan’ın teorileri, renkli ışıklar, hızlı kurgu ve pop-art estetiğiyle görselleştirilir. Belgeselde McLuhan için “pop kültürün yüksek rahibi” ve “moda entelektüel” gibi tanımlamalara yer verilir.

 Verdiği derslerde de aynı stratejiyi izleyerek, teorilerini öğrencilerin hayatına dokunan örneklerle aktarmıştır. Klasik ders anlatımını reddedip, reklam sloganlarından gazete küpürlerine, popüler şarkılardan sokak tabelalarına kadar gündelik ayrıntıları birer örnek olarak kullanmıştır. Coca-Cola’nın “Things go better with Coke” sloganına çalışmış; reklamların şiirsel anlatısını incelemiştir. Böylece gündelik yaşama içkin verilerle kuramsal yaklaşımlar üretmiş, soyut analizleri anlaşılır bir dile çevirmiştir. Bu sayede akademinin kapalı anlatısını sıradan insanın kavrayabileceği biçimde gündelik hayata aktarmıştır. Tipografinin bile insan düşüncesini nasıl şekillendirdiğini anlatırken, gazete mizanpajlarının, sokak afişlerinin ya da alışveriş vitrinlerinin satır düzenine kadar her detayın, nasıl algıyı biçimlendirdiğini örneklendirmiştir. Yazının yalnızca anlamı değil, biçimiyle de duyuları yoğurduğunu vurgulamıştır.

Konferanslarındaysa kelimenin tam anlamıyla bir sahne performansı sergilemiş; mizah, ironi ve teatral jestlerle izleyicinin yalnızca dinlemesini değil, şaşırmasını, düşünmesini ve sorgulamasını hedeflemiştir. Zaman zaman “Bugün ben size değil, bu mikrofona konuşuyorum” gibi beklenmedik cümlelerle, aracın etkisini bizzat o anda izleyenlere deneyimle aktarmıştır.

1967’de yirmi dört ülkenin katıldığı devasa canlı yayın Our World’ü; dünyanın “Küresel Köy’e” dönüştüğü bir iletişim mucizesi olarak tanımlamıştır. Beatles’ın “All You Need is Love” performansını, milyonlarca insanın aynı anda aynı duyguyu paylaşabildiği kolektif bir ritim olarak tarif etmiştir. Böylece teknolojik bir devrimi, halkın sezgilerine dokunan bir süreç olarak tanımlamıştır. Benzer şekilde Woody Allen’ın Annie Hall filmininin kendini canlandırdığı o unutulmaz sahnesinde, kuyrukta bekleyen karakterlerin McLuhan bağlamında tartışmasına müdahâle ederek “Beni yanlış anlıyorsunuz.” demesi, teorisini popüler kültüre sızdırmanın bir yolu olmuştur. Böylece akademik bir tartışmayı bile mizahın ve gündelik hayatın diliyle halka taşıyarak bilim iletişimini sınırların ötesine taşımıştır.

En dikkat çekici eserlerinden biri ise The Medium is the Massage kitabıdır. Bu eser diğer çalışmaları gibi kuramlarını anlatırken kendi kuramından beslenir. McLuhan bu kitabı standart kuramsal metinlerden farklı olarak kolaj estetiği, tipografik oyunlar, görseller ve kısa pasajlarla hazırlamış; biçimin de içeriğin parçası olduğu fikrini somutlaştırmıştır. Aynı zamanda bu kitapta döneminin en önemli grafik tasarımcılarından Quentin Fiore ile çalışmış, estetik olarak doyurucu bir iş çıkararak eserine tanınırlık sağlamıştır. Kitabın adındaki “Massage” kelimesi ise bir hata olarak gözükürken, “message” yerine “massage” demeyi tercih ettiğini açıklamış, iletişim araçlarının insan duyularını bir masaj gibi uyarıp biçimlendirdiğini ima etmiştir. Böylece kitabın adı bile McLuhan’ın kuramsal ufkunu yansıtan bir örneğe dönüşmüştür.

McLuhan’ın kuramlarını geliştirdiği yıllarda iletişim araştırmalarında hâkim olan bakış açısı, mesajların içeriğine odaklanan, propaganda ve tutum değiştirme modellerinden beslenen bir anlayıştı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından şekillenen bu içerik merkezli yaklaşımın aksine McLuhan; aracı merkeze koyarak, iletinin taşıyıcısının insan duyuları ve toplumsal düzen üzerindeki dönüştürücü rolünü tartışmaya açmış, bu yönüyle çağdaşlarından ayrışmıştı. Genellikle yapısalcı ve dil merkezli kuramcılar McLuhan’ın araçlara yüklediği belirleyiciliği indirgemeci bulmuş, sembolik düzenlerin, kültürel kodların çözümlemesini çok daha öncelikli saymıştır. Sosyolojik eleştiriler ise teknolojiyi tek başına toplumsal değişimin anahtarı olarak konumlandırmasını eksik görmüş, kültürel bağlamı göz ardı ettiğini ileri sürmüştür. 

Bütün bu fikir ayrılıklarına rağmen McLuhan, yalnızca kavramsal ufkuyla değil, bu kavramları toplumla paylaşma biçimiyle kamusal tartışma alanı açmış, televizyon programlarından radyo röportajlarına, dergi köşelerinden sahnedeki teatral performanslarına kadar geniş bir iletişim repertuarı kurarak kuramını popülerleştirmeyi başarmıştır. 

Dönemin yükselen aracı olan televizyonu meslektaşlarından önce kavrayıp, onun dönüştürücü etkisini anlatmanın ötesinde bizzat deneyimletmiştir. Çünkü televizyon, özellike 1950’lerin ortalarından itibaren evlerin başköşesine yerleşerek gündelik yaşamın merkezi hâline gelmiştir. Televizyon, radyo ve sinemanın uzun yıllar boyunca sürdürdüğü toplumsal yönlendirme gücünü hareketli görüntüler, ses ve canlı yayın olanaklarıyla dönüştürmüştür. 

Haber bültenlerinden eğlence programlarına, dizilerden spor yayınlarına kadar uzanan içerik çeşitliliğiyle kitlelerin yaşam rutinini belirlemiş, insanların gündemini, hatta hayatı algılama biçimini dönüştürmüştür. Bireyleri ortak bir görsel kültür etrafında buluştururken reklam endüstrisini baştan sona şekillendirerek tüketim kültürünün kitlesel ölçekte yayılmasına payanda olmuştur. Gündelik yaşamda aile bireylerini aynı ekran karşısında buluşturup hayatın akışını yeniden düzenleyen bu etkisiyle, McLuhan’ın “sıcak” ve “soğuk” medya ayrımını temellendirmesi için de güçlü bir örnek oluşturmuştur.

McLuhan’ın en önemli kavramsal araçlarından olan soğuk ve sıcak medyalar, kullanıcının araçla kurduğu etkileşimi açıklayarak önemli bir çerçeve sunar. Radyo, sinema ve basılı kitap gibi mecralar bunlara örnek olarak verilebilir. Bu mecralar yüksek çözünürlük, yoğun veri ve kapalı anlamlar taşıdıkları için “sıcak” araçlar olarak tanımlanır. Çünkü bu araçlar izleyiciye düşünsel boşluk bırakmaz, pasif bir algılama süreci yaratır. Buna karşılık “soğuk” araçlar, düşük tanımlı, eksik veri sunan, izleyiciyi anlamı tamamlamaya zorlayan, dolayısıyla aktif katılım bekleyen mecralardır. 

Ancak McLuhan soğuk araçlar içerisinde televizyonu, anlaşılacağı üzere çok daha farklı bir yere koymaktadır. Televizyonla sıcak katılımcı konumundaki insanın veri akışını mozaiğe benzetir. Bu veri aktarım yöntemini anlamak için öncelikle mozaiğin ne olduğunu bilmek ve televizyonu neden mozaikle eşleştirdiğini anlamak gerekir.

Mozaik, en temel anlamıyla küçük, renkli parçaların (taş, cam, seramik vb.) bir araya gelerek bir bütün oluşturduğu görsel bir sanattır. Her bir parça tek başına bir anlam taşımasa da yan yana geldiğinde büyük ve anlamlı bir kompozisyon yaratmaktadır. McLuhan, bu estetik yapıyı medya çağının algı ve düşünme biçimini tarif etmek için kullanır. 

Ona göre modern iletişim ortamları —özellikle televizyon, reklamlar, dergiler ve daha sonra internet— bilgiyi sıralı ve doğrusal biçimde değil, parçalı, çoksesli ve eşzamanlı biçimde sunar. Bu da izleyiciden artık sadece izleme değil, aktif bir şekilde eksik kısımları “tamamlama” becerisi bekler.

Sosyal medya akışları bu mozaik yapının günümüzdeki en belirgin örneklerinden biridir. Bir Instagram keşfeti ya da TikTok akışı, birbirinden bağımsız parçaların rastgele sıralandığı, ama kullanıcı zihninde bir bütünlük kazandığı mozaiksel bir aktarım deneyimi yaratır. Mozaik burada sadece bir estetik unsur değil, medya çağında düşünmenin, görmenin ve anlam kurmanın yeni bir biçimi olarak değerlendirilir.

McLuhan’ın “mozaik” anlatı biçimi, doğrudan “soğuk medya” anlayışıyla iç içe geçer. Nasıl ki mozaik, parçalı ve eksik bırakılmış bir bütünlüğü izleyicinin zihninde tamamlanmak üzere sunuyorsa; soğuk araçlar da aynı şekilde izleyiciden aktif bir katılım bekler. Bu tür mecralar yüksek çözünürlükle her şeyi “hazır” olarak sunmaz, aksine algıyı provoke eder, boşluklar bırakır ve izleyiciyi sürecin parçası hâline getirir. 

Bir gazete mizanpajı, reklam kolajı ya da sosyal medya akışı gibi mozaik yapılar, bilgiyi doğrudan aktarmak yerine zihinlerde çağrışım zincirleri kurar. Bu yönüyle mozaik estetiği, soğuk medyanın temel karakteriyle örtüşür. Düşük çözünürlük, yüksek katılım ve sonuç olarak çoklu anlam yaratır. Televizyonun “iki boyutlu mozaik” anlatısı, sosyal medyanın sürekli değişen içeriği ya da kolaj tekniğiyle hazırlanmış “postmodern” tasarımlar, izleyicinin yalnızca tüketici değil, anlam üretici olduğu bir ilişki modeli de kurmaktadır. Bu bağlamda mozaik yapı, McLuhan’ın soğuk araç kavramının görsel ve yapısal karşılığıdır.

Tüm bu televizyon programları ve kitle ile iletişim kurulan araçsal yapıların içerisinde McLuhan’ın uluslararası ölçekte tanınan bir figüre dönüşmesinin en sembolik örneklerinden biri de 1969 yılında Time dergisine konu olmasıdır. Böylesine prestijli bir yayında yer almak, bir iletişim kuramcısı için neredeyse hayal edilemez bir popülerlik göstergesiydi. Dergi onu “pop kültürün başrahibi” ve “medyanın metafizikçisi” gibi dikkat çekici ifadelerle tanımlayarak, hızla değişen iletişim dünyasında geniş kitlelerin bir anlam arayışına seslenebilen figür olduğunu vurgulamıştı. 

Görsel ve yazılı basındaki etkisini bununla da sınırlı bırakmamış, The Medium is the Massage eseriyle bağlantılı olarak müzik, ses ve parçalı anlatılarla kurgulanmış bir plak (LP) hazırlayarak teorisini işitsel bir deneyime de taşımıştı. McLuhan’ın etkisi yalnızca Kuzey Amerika ile sınırlı kalmayıp, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa’da da geniş bir entelektüel çevrede tartışılmış, Baudrillard gibi düşünürlerin sonraki medya kuramlarına bile esin kaynağı olduğu kabul edilmiştir. 

Marshall McLuhan yalnızca 20. yüzyılın en etkili medya kuramcılarından biri değil, aynı zamanda kuramlarını bizzat gündelik hayata taşıyarak anlatabilmiş güçlü bir bilim anlatıcısıdır. Onun medya kuramı, ortamın mesajdan daha etkili olduğunu savunarak, iletişimi anlamada yeni bir paradigma açmış; teknolojiyi insanın doğal uzantısı olarak görmesiyle, insan-duyu-teknoloji ilişkisini yeniden tanımlamıştır.

Popüler mecralarda yer alarak akademik düşünceyi sıradan insanın hayatına dokundurmayı başarmış, konferansları, televizyon programları, dergi röportajları ve sahne performanslarıyla kuramını bir gösteriye dönüştürerek bilimi kitleselleştirmiştir. McLuhan’ın öngörüleri, internetin, sosyal medyanın ve küreselleşmiş iletişim ağlarının yükselişiyle büyük ölçüde doğrulanmış, “Küresel Köy” kavramı günümüz dünyasında gerçeğe dönüşmüştür. 

Tüm eleştirilere rağmen araçlara dair geliştirdiği analiz çerçevesi, medya çalışmalarında hâlâ temel bir referans noktası olarak varlığını korumaktadır. Onun bıraktığı miras, iletişimi yalnızca bilgi aktarımı olarak değil, insan duyularını, algı biçimlerini ve toplumsal yapıyı dönüştüren dinamik bir süreç olarak ele alan düşünsel bir mirastır. McLuhan, bu yönüyle modern iletişim çalışmalarına ışık tutmaya devam eden, zamana meydan okuyan bir kuramcı olarak anılmaktadır.

E-Bülten Kaydı

Gelişmelerden haberdar olun.

Yorum Yazın