Neyran Elden ile Çözüm Gazeteciliği

Yayın Tarihi: 1 Ağustos 2025
Toplam Okunma: 83
Okuma süresi: 26,6 dakika

-Aslı Şen

Gazetecilik, değişen medya dinamikleriyle birlikte yeni anlatım biçimlerine evriliyor. Geleneksel haber anlayışının yanı sıra, çözüm odaklı ve yavaş gazetecilik gibi yaklaşımlar da giderek daha fazla önem kazanıyor. Neyran Elden, uluslararası medya kuruluşlarıyla yürüttüğü çalışmalarda hem belgesel hem de haber formatlarında üretken bir isim olarak öne çıkıyor. YouTube ve geleneksel medya arasındaki farklardan, çözüm gazeteciliğinin önemine ve bağımsız gazeteciliğin zorluklarına kadar pek çok konuyu ele aldığımız bu söyleşide, gazeteciliğin geleceğine dair farklı bir perspektif sunuyor. Bu dönüşümü ve anlatının gücünü Elden’in deneyimleriyle keşfediyoruz.

Aslı Şen: Neyran Hanım, öncelikle davetimizi kabul edip geldiğiniz için teşekkür ederiz. Sizi tanıyarak başlamak isteriz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Neyran Elden: Ben de davetiniz için teşekkür ederim, hoş bulduk. Ben Neyran Elden. İzmirliyim. Galatasaray Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler okudum. Daha sonra ise Fransa’da gazetecilik okudum. 2014 yılından bu yana Türkiye’de yerli ve yabancı uluslararası medya ile çalışıyorum. Bir süre kadrolu çalıştığım da oldu ama genellikle freelance çalışıyorum. Son dönemde ise daha çok belgesel alanında üretken olmaya çalışıyorum. 

A.Ş: Aslında birçok alanda ürün veriyorsunuz. Belgesel, video haberciliği, gazetecilik… Uluslararası platformlarda da işler yapıyorsunuz. Bu işlerinizde izleyiciye ve okura geçen çok akıcı bir anlatı diliniz var. Bu dili geliştirmek için nerelerden besleniyorsunuz?

N.E: Çok teşekkürler. Aslında sorunuza birkaç şekilde cevap verebilirim. Uluslararası medyada yaptığım, prodüktörlüğünü ve yapımcılığını üstlendiğim belgeseller var. Buraların çalışma biçimi oldukça farklı oluyor. Televizyona bir belgesel yaptığımızda katı kurallarla, uzun metraj veya kısa metraj fark etmeksizin gazetecilik ilkeleriyle ilerleyerek, geleneksel yöntemlerle çalışıyoruz. YouTube’daki gibi çok fazla özgürlük alanımız olmuyor. Ama son dönemde hepimiz YouTube’a merak saldık. Birkaç sene uluslararası ajanslarda televizyon bölümünde çalıştıktan sonra BBC Türkçe’deki görevimde, YouTube’a haber üretiyordum. 

Belgeselcilikte ve habercilikte beni besleyen şey, bu mesleğe karşı olan tutkum. Küçük yaşlardan itibaren kendimi gazeteci olarak hayal etmiştim. Uluslararası ilişkiler okudum orası ayrı bir konu ama bu alana yönelik anlama ve anlatmaya yönelik tutkum beni besliyor.

O yüzden çok fazla değişik konuda habercilik yapıyorum. Maalesef ki Türkiye’de uzmanlaşma gibi bir durum çok mümkün olmuyor. Çünkü bir medya kuruluşu birçok konuda sizden haber yapmanızı isteyebiliyor. Ben sadece sağlık haberi yapacağım, eğitim haberi yapacağım diyen gazetecilerin sayısı çok azaldı. Uzmanlaşınca her şey daha kolay olabiliyor. Ben haberlerimde beni daha çok etkileyen ve toplumda da etki uyandıracağını düşündüğüm konuları ele almaya çalışıyorum. En ufak bir etki gördüğümde buradan besleniyorum. 

Umut Yiğit: YouTube’da ve geleneksel formatta farklı anlatı biçimleri olduğunu herkes görüyor ama net bir tasviri ortada yok. Siz geleneksel formatla, YouTube formatı arasındaki farkı nasıl tasvir edersiniz? Nasıl bir ilişki ve farklılıklar var?

N.E: Aslında iki açıdan fark var. Teknik anlamda baktığım zaman, geleneksel televizyona kamera operatörü olarak çalıştığım da oldu. Böyle durumlarda teknik açıdan bizim için önemli olan şeyler şunlar: Görüntülerin çok temiz olması, tripod kullanımı ve açı değişimlerinin kesinlikle olmaması. Sağdan çekiyorsak o insanı hep sağdan çekeceğiz. Kamera takiplerinin çok fazla olmaması gerekiyor ki televizyon başındaki insanlar salonlarında otururken kafaları, mideleri bulanmasın. Teknik açıdan bu çok önemli. İçerikte ise muhabir çıkıyor, akademik ya da teorik bilgiler veriyor. Baştan sona belirlenmiş bir düzen var ve bunun dışına çıkılmıyor. YouTube’da ise izleyici odaklı ve yaratıcılığınızı konuşturabileceğiniz bir alan yaratıyor. Bir videoya istediğiniz şekilde başlayıp istediğiniz gibi bitirebilirsiniz. Gelenekselde biraz daha kuralcı. YouTube çok özgür bir alan olduğu için orada her şeyi yaratıcılığınıza göre şekillendirebiliyorsunuz. Bu gibi farklılıklardan bahsedebilirim.

U.Y: Siz bu işleri yaparken belirli bir kuruma çalışıyorsunuz. Bu işlerin yapımcısısınız ama yukarıda da başka bir yapı var. Oradan teknik açıdan çeşitli kısıtlamalar veya briefler geliyor mu?

N.E: Tabii geliyor. Ben televizyon eğitimi veren bir okuldan mezun olduğum için televizyon çekimlerine hakimim. Yani, açı böyle olacak, ışık şöyle kullanılacak gibi. Mesela en son ARTE’ye çektiğim bir haberde teknik açıdan hiçbir problem olmadı, çünkü ne istediklerini biliyorum. Adam kapıdan giriyor çekiyorum, oturuyor sekans oluşturmak için hemen yakın plana alıyorum. Fransızlar bu konuda çok kuralcı. Geçtiğimiz haftalarda İstanbul’daki Suriye Konsolosluğu’nda bayrak değişmişti. Biz bir görüntüyü çekmemişiz, bu tarz durumlarda televizyon daha katı. Editöryel anlamda daha çok brief geliyor: ‘’Bunu dediysen bunu da diyeceksin.’’ gibi. Televizyonda böyle durumlar çok olasıyken, YouTube ve sosyal medya haberciliğinde o sırada çekimlerimizden elimizde ne varsa onu kullanıyoruz.

A.Ş: Gazeteci olmak isteyen biri olarak şunu merak ediyorum: BBC, Deutsche Welle, CGTN (Çin Küresel Televizyon Ağı) gibi birçok uluslararası kanallarda çalıştınız. Sizin yollarınız bu kanallarla nasıl kesişti?

N.E: Ben üniversiteden mezun olduktan sonra, gazeteci olarak çalışmak için çok uzun süre kadrolu iş aradım. Çünkü ailem ‘’Nasıl yani böyle mi çalışacaksın? İşsiz mi kalacaksın?’’ gibi şeyler söylüyorlardı. Ama aslında freelance çalışıyoruz. Zaten gazeteci olacağım dediğimde beni televizyonda göreceklerini, haber sunacağımı falan düşünmüşlerdi; sonra evde büyük hayal kırıklığı yaşandı. Şöyle oldu aslında, mesleğin ilk yıllarında bir yerde çalışmaya başladıktan sonra portfolyo oluşturmaya başladım. Uluslararası alanda freelance gazetecilerin işlerini yükledikleri birkaç platform var. Ben de burada kendi sitemi yapmıştım, oradan tanıyorlardı. Bu şekilde çevre oluşturdum. Çoğu zaman ben onlara konu öneriyordum, böyle bir konuda içerik üretmek isterim şeklinde. Deutsche Welle ile iletişime geçmem de böyle olmuştu. Ben bu haberi size yapmak istiyorum dedim, onlar da tamam dediler ve çalışmaya başladık.

6 Şubat deprem görevime giderken de böyle oldu. Haberi alır almaz uyandık ve çantamı hazırlamaya başladım. Kime çalışacağımı bilmiyorum ama oraya gitmem lazım. Arabaya bindim ve yolda birkaç kişiyle konuştum. CGTN ile iletişime geçtik, onların da birine ihtiyaçları varmış, böylece onlarla çalışmaya başladık. Aslında, böyle sıcak haber durumlarında yolda zaten bir kanalla iletişime geçiyorsunuz ve hemen onlarla çalışmaya başlayabiliyorsunuz. Eğer sizin yetenekleriniz onların isteklerini karşılıyorsa.

U.Y: Medyanın içerisinde bulunmak isteyen çok sayıda insan var. Mesela Deutsche Welle +90’a projesi var ama onlara ulaşamıyor. Böyle bir ağın parçası mı olmak gerekiyor?

N.E: İlk kez iletişime geçmek zor, evet. Ama onu kırdıktan sonra ve işinizi onlar da beğenip bir gazeteci olarak size güvendikten sonra daha rahat ilerleyebiliyor. Evet, burada bir ağ var gerçekten. Küçük bir topluluk var hatta. Ben mesleğe ilk başladığımda çok başarılı bulduğum bir kameraman arkadaşım vardı. Bana şey demişti: ‘’Sen bir oraya gir, ondan sonrası kolay. Sen bir iş çek, göster. Yayınlamasalar bile sen oralarda bulun”. Ben de onu yaptım yani orada. Benim için de çok iyi oldu. Sonuçta ekonominizi de idare etmek zorundasınız, zorluk yaşadığım süreçler de oldu. Ama evet, maalesef “Ben CV’mi atayım da ben de dahil olayım” gibi bir süreç olmuyor yani.

A.Ş: Uluslararası kanallarda çalışmanın avantajlarından ve dezavantajlarından bahseder misiniz? Türkiye’deki habercilikten farkı var mıdır?

N.E: Çalışma biçimi anlamında avantaj ve dezavantajı hemen hemen eşit. Aynı etik değerlerle ve aynı özenle iş yapıyoruz. Benim için, Türkiye’de Türkçe yayın yapan bir mecrayla çalışmanın avantajı; izleyiciye hitap etmek ve dönüşleri hemen alabilmek. Türkçe bir haber yaptığım zaman, X hesabımdan bile olsa bir yerlerden yazıyorlar. Ya da bir akademisyen görüyor, konuyla ilgili bir şey yazıyor, arıyor, soruyor. Bu etkileşimi görebilmek benim için çok önemli.

Uluslararası mecraya bir şey yaptığınız zaman direkt geri dönüş alamıyorsunuz. Bence gazeteciyi besleyen en önemli şeyler izleyiciyle, okurla bağ kurmak. Uluslararası medyayla çalışırken bunun eksikliğini yaşıyorsunuz. Avantajı da var tabii ki. Bazı konularda bizden bir tık daha ileriden gidiyorlar. Editoryal anlamda çok daha sıkı çalışıyorlar. Oradan da çok şey öğreniyoruz.

A.Ş: Aslında birçok ulusa farklı haber içeriği üretiyorsunuz. Farklı farklı persona yaratmak gerektiğini düşünüyorum çünkü her toplumun değerleri, kültürü çok farklı. Türkiye’de haber yaparken, Fransa kanalına da haber yapıyorsunuz. Kendinizi diğer kültürlerden ayrıştırıyor  musunuz?

N.E: Aslında izleyici kitlesine göre ayrıştırıyorum. Onlara önereceğim haberler genelde Türkiye’deki izleyici için bazen çoktan zamanı geçmiş ya ilgilenmeyecekleri bir şey olurken; Fransa’daki izleyicinin dikkatini çeken bir konu olabiliyor. Çok yönlü düşünmek gerek. Bu da freelance çalışmanın bir getirisi. BBC Türkçe’de kadrolu çalıştığım dönemde sadece Türkiye izleyicisinin ihtiyaçlarını ve isteklerini düşünüyorduk. Bazen dünya servisine çalıştığımız olsa da genel anlamda kendi izleyicimiz, okur kitlemiz ekseninde daha fazla kişiye nasıl ulaşabiliriz şeklinde düşünüyorduk. Freelance çalışırken hep iki türlü düşünüyoruz: Bu Amerikalıların hoşuna gider mi? Oradaki beklentiyi karşılar mı? Bu da aslında beni zinde tuttuğu için seviyorum, yoksa diğer türlü bir tarafa yönelmiş ve orada kalmış oluyorsunuz.

A.Ş: Yakın bir dönemde +90 kanalı ile YouTube’da Çözüm Gazeteciliği serisine başladınız. Biraz temelden bir soru sormak istiyorum. Nedir bu çözüm gazeteciliği?

N.E: Tabii ki. Çok teşekkür ederim bu sorunuz için. Çözüm gazeteciliği benim tutku ile bağlandığım, çok değer verdiğim ve önemsediğim bir alan. Türkiye’de de yaygınlaşmasını istiyorum. Çözüm gazeteciliği, 90’lı yıllarda ortaya çıkan yapıcı gazetecilikle benzerlikler gösteren bir kavram aslında. 2000’lerde Amerika’da oldukça yaygınlaşıyor. 2010’lara gelindiğinde de kamu kuruluşları ve yayıncıları tarafından iyice benimsenmeye başlıyor. Bir olayın ya da durumun sadece kötü ve olumsuz yönlerini verip, bundan etkilenen insanlarla konuşmak yerine -tabii ki bunu da yapıyoruz- sorunu tespit edip yapıcı çözümlere odaklandığımız bir alan. Bu çözüm önerilerini tamamen kanıtlara dayalı bir şekilde, izleyici ile buluşturmak ve eleştirisini de vermek. Yani burada sadece soruna odaklanmaktan ziyade, çözümleri ile iletiyoruz. Reuters’ın son raporuna göre, haberden uzaklaşma oranı 2011 yılına nazaran ciddi seviyelere yükselmiş. Toplumun %37 gibi bir kesimi haberden uzaklaştığını söylüyor. Çünkü sürekli olarak haberin olumsuz yönlerini görmekteyiz. Çözüm gazeteciliğinin bu uzaklaşmayı kırabileceği düşünülüyor.

Çözüm gazeteciliğinin dört temel yapı taşı var. Birincisi, sorun tespiti. Sorundan haberin başında çok küçük bir kısımda bahsediyoruz. İkinci olarak, içgörüler veriyoruz. Çeşitli uzmanlarla konuşuyoruz ve benzer bir durumu yaşayan insanlarla konuşuyoruz. Ne gibi çözümler bulduklarını soruyoruz. Neler yapılabileceğini ve nasıl çözümler bulunabileceğini konuşuyoruz. Üçüncü aşamada ise ortaya veri koymaya çalışıyoruz. Bilimsel makaleler ve metotlardan yararlanarak sunulan çözümlerin ne kadar işe yaradığını rakamlar veya veri olarak ortaya koymaya çalışıyoruz.

Yani çözümün uygulanabilirliğini araştırıyoruz. Dördüncü bölüm: Çözümün eleştirisini araştırıyoruz. Her iyi çözüm yöntemi eleştirel bir bakış açısıyla ele alınabilir. Mesela eğitim sistemi ile ilgili herhangi bir çözüm getirdiğimizi düşünelim. Örneğin eğitimciler ile ilgili şöyle bir revizyona gidelim ya da eğitim sistemini şöyle değiştirelim dediğimizde bütçesel bir eleştiri oluyor. Zaman açısından bir eleştirisi oluyor. Böyle böyle aslında çözüm yöntemlerini de gazeteciliğin bütün ilkelerini ele alarak ortaya koyuyoruz.

A.Ş: Peki bu konular arasında bir önem sırası var mı? Neye göre belirleniyor ya da siz neye göre belirliyorsunuz?

N.E: Konuları ben öneriyorum ama belirleyici değilim. Editörlerimiz başka işlerle çakışmaması ya da tekrarlanmaması adına düşünerek karara bağlıyorlar. Ben ise daha çok toplumun genelini ilgilendiren, genel izleyici kitlesine uyan ve özellikle çözüm metotlarını uygulayabileceğim bir konuya yönelmek istiyorum. Bunun da bazı zorlukları var.

İstediğiniz her konuyu yapamıyorsunuz mesela. Çözüm gazeteciliğinde sokak hayvanları konusunu ele almak istedim. Maalesef neresinden tutarsak elimizde kalan bir konuya dönüştü şu an. Bu konunun çözüm gazeteciliğini yapabilecek durumda olmadığımızı fark ettik. Bazı konularda linç korkusu da olabiliyor. Özellikle hassas konularda. Ama genel anlamda toplumun gereksinimlerine ve çözümlerine bağlı olarak gelişiyor aslında.

A.Ş: Çözüm gazeteciliği Türkiye’de artış gösterir mi? Geleneksel habercilikle daha entegre bir biçimde izler miyiz çözüm gazeteciliğini?

N.E: Geleneksel habercilik deyince aklımıza televizyon geliyor. Şu an için orada yapılabilir mi bilemiyorum. Keşke yapılsa tabii. Çözüm gazeteciliğinin abonelik sistemli platformlarda kesinlikle bir yer bulabileceğini düşünüyorum. YouTube bunlardan bir tanesi. Çünkü şu anda yavaş gazeteciliği benimseyerek çalışan birçok platform görüyoruz. Çözüm gazeteciliğinin de böyle filizlenip yaygınlaşabileceği bir alan olarak görüyorum orayı açıkçası.

A.Ş: Peki yavaş gazeteciliğin, çözüm gazeteciliği ile ortak yanları var mı?

N.E: Evet, aslında yavaş gazetecilik son dönemde tık kaygısı taşıyan, daha çok izlenmeye yönelik ve bundan gelir elde eden gazeteciliğine karşı olarak, araştırmacı gazetecilikte, yapıcı gazetecilikte olduğu gibi daha derinlemesine bir anlayışın ve “konstraktif journalism” in bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. 

Yani aslında hepsini geniş bir başlık altında, daha yavaş ve daha sürdürülebilir gazetecilik başlığı ile ele almak mümkün. Benim de aslında kariyerimi yönlendirmeye çalışmam bu yönde şahsen.

U.Y: Teknolojik araçların kompakt hale gelmesi ve ucuzlamasıyla gazetecilik mesleği de mobilize imkanlara kavuştu gibi görünüyor. Sorum şu; bizim zamanımızda gazetecilik ekonomi, spor, polis-adliye gibi alanlara bölünürken bir yandan da işin görece felsefi odaklı alanlara doğru ilerlediğini görüyorduk. Barış gazeteciliği, iliştirilmiş gazetecilik gibi. Teorik temelleri daha sağlam görünen alanlar bunlar. Sizce yeni dönem gazeteciliğin imkânlarıyla bu durum nasıl gelişir?

N.E: Türkiye’de bunu verebilecek eğitmenlerin sayısı çoğaltılabilir. Bizim +90’da yaptığımız çözüm gazeteciliği belgeseli şimdiye kadar bir ilk aslında.

Yazılı bir seriye de henüz rastlamadım. Keşke olsa tabii ama şöyle bir sorun olabilir: Türkiye’deki medya buna hazır mı? Bunu fonlayabilecek, gazetecinin telifini karşılayabilecek bir medya formu var mı? Ondan çok emin değilim. Çünkü önümüzde ciddi bir emek ve vakit harcanan bir konu var.

Öyle iki günde yazayım, bir günde çıksın şeklinde yapabileceğimiz bir araştırma değil. Çok emek istiyor. Gazeteciyi finansal olarak zorlayacak bir şey. Bir de kanal içerisinde yeterli izleyici kitlesine ulaşabilecek mi? Özellikle abonelik sistemli ya da bir fonla desteklenmeyen profiller için sürdürülebilir olup olmadığından emin değilim açıkçası.

U.Y: Literatürde çözüm gazeteciliğine dair az şey var. Size bu konuyla ilgili akademiden daha önce bir davet geldi mi? Konuya ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

N.E: Hiç yaşanmadı. İlk siz aradınız açıkçası. Ben de çok yeniyim bu konuda. Çözüm gazeteciliği serisine yeni başladım, eğitimlerim hala devam ediyor. Aslında bu konularda çalışma yapılmasını çok isterim. Açıkçası ben de kendimi biraz daha geliştirmek istiyorum bu konuda. Daha öncesinde BBC’de yaptığım bir iş ama bu kadar derinlemesine yeni çalışmaya başladım. Ben yaygınlaşmasını çok istiyorum. Türkiye’deki bu tıkanıklığın yapıcı çözümlerle aşılabileceğine yönelik umudum var.

Musatfa Burak Avcı: Yaptığınız işte sonuç olarak, bir probleme çözüm üretiyorsunuz. Peki, bu çözümlere olumsuz tepkiler geldiği oluyor mu? Meslek içinde böyle durumlarla karşılaşılıyor mu ya da siz hiç böyle bir şey yaşadınız mı?

N.E: Bizim çözüm gazeteciliği yaptığımız seride böyle bir şey hiç olmadı. Ama eleştiriler gelecektir. Bu güzel bir şey çünkü toplumda bir tartışma yarattığını gösterir. Açıkçası, ben çözüm önerilerinin eleştirilmesini, konuşulmasını müthiş bir şey olarak görüyorum. Çünkü konuştukça bir şeyler belki bir yerlere ulaşabilir. Beni çok heyecanlandıran bir konu bu. Bazen çözüm gazeteciliğinde gerçekten çözüm getiren durumlarla karşılaşıyoruz.

Mesela 2000-2001’de Rozenberg isimli bir gazeteci New York Times’da yaptığı makalesinde, AIDS ilaçları çok pahalı olduğu için Brezilya örneğini sunmuş ve gerçekten buna ilişkin bir fon kurulmuş. Brezilya’nın uyguladığı model örnek alınmış. Bazen kurumlar bu tarz önerileri, iyi örnekleri dikkate alabiliyorlar. Gazeteciliğin en tatmin edici taraflarından bir tanesi. Biz de şimdi Avrupa’da işe yarayan örneklere bakıyoruz, “Türkiye’de işe yarar mı?” sorusunu tartışıyoruz. Kim bilir, belki birinin dikkatini çeker.

M.B.A: Çözüm gazeteciliğinin temelde yapmaya çalıştığı şey, toplumsal fayda sağlamak. Ama aynı zamanda yavaş gazetecilikle de temas ediyor, bir hikâye ve anlatı yönü var. Peki, çözüm gazeteciliği için içerik üretme sürecinde istediğiniz işi her zaman yapabiliyor musunuz? Her şeye fon sağlıyorlar mı? Sürdürülebilir mi bu üretim süreci?

N.E: Ben çözüm gazeteciliğini bir kamu yayıncısı için yapıyorum. Onlar da benim önerilerimden uygun gördüklerini kabul ediyorlar. Çözüm gazeteciliği aslında daha çok hibelerle, fonlarla ve abonelik sistemleriyle desteklenen bir yöntem. Konuya göre kurumlar kabul eder veya etmez, bilemiyorum. Ama freelance bir gazetecinin tek başına yapması bu aşamada mümkün olmayabilir. Belki bir burs, bireysel bir fon imkânı ile olabilir diye düşünüyorum.

A.Ş: Sektöre yeni girecekler için de öneriler verebilir misiniz? Çözüm gazeteciliğine nasıl başlayabilirler? Bu işi bağımsız bir şekilde yapmak mümkün mü?

N.E: Çözüm gazeteciliği BBC World’de freelance yapımcı olarak çalıştığım bir dönemde rastlantısal olarak tanıştığım bir alan. Türkiye’de bir ekiple birlikte hem radyoya hem televizyona çözüm gazeteciliği yaptık; kadınların spora nasıl daha fazla entegre olduğu konusunda. Ben ilk orada tanıştım. Sonrasında Türkiye’de çözüm gazeteciliği bir daha karşıma çıkmadı. BBC Türkçe’de de buna yönelmedik. Bana bu fikirle +90 geldi açıkçası. Orada çözüm gazeteciliği konusunda deneyimli ve eğitimli çalışma arkadaşımız vardı. Beraber yürüttük projeyi. Çözüm gazeteciliği formatını biraz öğrenmek gerekiyor. Sektöre girecek yeni arkadaşlar için bunu söyleyebilirim. Öyle sadece izleyerek kolayca yapılabilecek bir şey değil. Eğitim vesilesi ile birileriyle beraber çalışmalarını ve bu formatı destekleyecek medya platformlarına gitmelerini tavsiye ederim. Solution Journalism Network var ve orada bir sürü ücretsiz eğitim bulunmakta. Webinar, makaleler, yazılar gibi online video eğitimleri veriyorlar.

A.Ş: Gazeteciliği ve belgeseli bir arada götürüyorsunuz aslında. Haber belgesel olan birçok işinizi de izledik. Bu iki alan birbirini besliyor mu?

N.E: Belgesel deyince benim aklıma haber formatında ama daha detaylı işler geliyor. BBC Türkçe’de yaptığımız işler buna çok benziyordu. Pandemi döneminde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne gittik, uzun uzadıya konuşarak göstermeye çalıştık. Marmara Denizi’ni kaplayan müsilaj için farklı bir bakış açısı katalım dedik ve denize daldık. Durumu derinlemesine aktarabilecek bir akademisyen ile konuyu anlattık. Yani aslında çözüm gazeteciliğinde yaptığım belgeselcilik gündemden bir tık daha farklı. Konuyu gerçekten derinlemesine işlemeye çalışıyoruz; her şeyin arka planını araştırıp, eleştirel bir gözle baktığımız, birden fazla uzmana danıştığımız bir format. Belgeselde çalışma biçimi de çok farklı. Ben önce araştırma yapıyorum, sonrasında bölümleri detaylı yazıyorum. Belgesel planlama gerektiriyor.

U.Y: Birlikte iş yaptığım bir arkadaşım belgesel konusunda çok sezgisel ilerliyor. Onun işlerinin içeriği sahada belli oluyor genellikle. Sizde nasıl oluyor? Çünkü bazen belgeseller kâğıt üstünde yazana çok uymayabiliyor.

N.E: Yok, uymuyor. Sokağa çıkınca her şey değişiyor. İdeal senaryo yapıyoruz. Senaryo diyorum ama kurgusal bir şey değil. Biz neler konuşmak istiyoruz, araştırmayı önden yaptığımız için anlatmamız gereken yerleri biliyoruz. Ama benim spot çektiğim belgesellerde daha farklı oluyor.

Tam da dediğiniz gibi. Deprem bölgesinde Gain platformuna yaptığım Kırık Dökük belgeselinde tam olarak böyle oldu. Ben Hatay merkezde bir ailenin depremden sonraki günlerini çekmeye çalışıyordum. Bir aileye gideceğim, beni kabul ederlerse onlarla beraber kalacağım. Ne yapıyorlar, nasıl geçiyor günleri, kendilerine yeni bir yaşamı nasıl kurmaya çalışıyorlar? Ama içimden bir ses bana Samandağ’a git diyor.

Belgeselde uzun zaman geçirdiğim aile ile orada tanıştım. O ailenin yaşadığı süreci anlattık, kitap kalem olmadan. Sezgisel şeyleri kâğıda yazamıyorsunuz. Hatta biz çekim sırasındayken deprem oldu. Büyük depremden 15 gün sonraydı ve yaklaşık 6 şiddetindeydi. Ben de o sırada bir aile ile çadırdaydım. Kendi evimde yaşadığım gibi bir deprem değildi. O korkuyu çok daha şiddetli bir şekilde yaşamış ve evlerini kaybetmiş  insanlarla yaşadığım için inanılmaz bir panik hali olmuştu. Büyük bir deprem daha yaşanmış, gidip görmek ve kayıt altına almak istiyorsun. Çünkü o sırada birkaç gazeteciden biri, belki de tek gazeteci ben olabilirdim. Deprem bölgesinde olan çoğu gazetecide de bu olduğuna eminim “Benim bunu anlatmam lazım” içgüdüsü.

M.B.A: Peki belgesellerinizde kurgusal çekimler kullanıyor musunuz? Olayı aktarabilmek için gerçek olmayan bir sahne canlandırıldı mı mesela? 

N.E: Hiç kullanmadım. Aslında onun farklı bir metodu var. Gelecekte yapmak da isterim. Ama çok önceden planlama gerektiren bir şey ve izleyicinin de bunun kurgusal olduğunu bir yerde biliyor olması lazım. Yani kurgusal olduğunu hissettiriyor olmanız lazım. Yapımcı olarak çalıştığım bir Kapadokya belgeseli vardı, yine Arte kanalında yayınlanan. Orada kurgusal elemanlar kullanmıştık. Konuştuğumuz birine kilden peri bacaları yaptırdık, orada bir müzik çaldı. Böyle şeyler benim çok ilgimi çekiyor. Şu an için çok hakim olmadığım ama ileride yapmak istediğim bir konu.

A.Ş: Tüm bunların yanında, hayatınızın büyük bir bölümünü kapsayan bisiklet sporcusu kimliğiniz var. Biraz da sporculuk kariyerinizden bahsedebilir miyiz?

N.E: Bisiklete 2021 yılının sonlarına doğru başladım. Bisiklet sürmeyi zaten severdim. Bir gün sahilde yol bisikleti süren ilkokul arkadaşımı gördüm. Sabahın 5.30’unda mesaiye gitmeden önce grup halinde sürüyorlardı. Çok hoşuma gitti. Ben de böyle bir şey arıyorum dedim ve sonrasında başladım. Bisiklet aldım, kıyafet, özel ayakkabılarımız oluyor, onları edindim. Sonrasında, arkadaş grubumun içerisinde hızlı ilerledim. Yeni başlamama rağmen erkeklerle sürüyorum. Ve ilk ay içerisinde 100 km sürebilmeye başladım. Ya dedim bu iyiymiş. Bir de güçlüsün falan diyorlar, beni biraz gaza getirdiler. Ben de yarışlara katılmaya başladım. Tabii hobi olarak amatör yarışlara katılıyordum. Baktım amatör yarışları iyi gidiyor, sonra Türkiye’deki elit sporcuların katıldığı federasyon yarışlarına katıldım. İlk sene Türkiye üçüncüsü oldum ve milli takıma seçildim. Geçen sene de Türkiye Şampiyonu oldum. Oradan Avrupa Şampiyonasına, Dünya Şampiyonasına gittik. Şimdi ise Portekizli bir takıma dahil oldum. Yani dediğiniz gibi hem bisikleti hem gazeteciliği ortak götürüyorum. Bisiklet para kazanmadığım ancak profesyonel olarak yapmaya çalıştığım bir spor. Ciddi bir motivasyon istiyor. Evden çalışıyor olmamın getirdiği bir avantaj var. Ofise gidiyor olsam kesinlikle bu kadar antrenman yapamazdım. Mesela yedide kalkıyorum, çift antrenmanım olsa bile dışarıya çıkıyorum veya evde sürüyorum, sonrasında çalışıyorum. Dışarı çekime bile çıksam döndüğümde bir veya iki saat bazen üç, dört… Çok ciddi beslenme, uyku ve diyet gerekiyor. Psikolojik ve fiziksel stresiniz de oluyor tabii. Bir de Türkiye’de antrenör olmak istiyorum aslında. İlerleyen yıllarda bisikletin içinde de yer almak istiyorum yani.

A.Ş: 2022 yılında başlayıp ve çok kısa bir sürede Türkiye şampiyonu olmanız inanılmaz bir başarı, çok tebrik ediyorum. Peki, Türkiye’nin bisiklet sporuna bakış açısı nasıl?

N.E: Kanayan bir yarama bastınız şu anda. Aslında Türkiye Bisiklet Federasyonu var. Güzel çalışmalar da yapıyorlar. Fakat genel anlamda futbol, basketbol, voleybol gibi branşlara göre çok daha düşük bütçelerin ayrıldığı bir spor. Tüm Dünyada durum böyle aslında. Tabii ki Türkiye’ye göre Avrupa’da çok daha gelişmiş halde. Sporcuları değer görüyor, maaşlı çalışıyor fakat yine de dediğim gibi, popüler branşlara göre daha düşük bütçelerle yapılıyor. Bir de çok ciddi ekipman ve bütçeye ihtiyaç olan bir branş. Markalarla, ciddi bütçelerle çalışmak gerekiyor. Bir yandan Fransa gibi ülkelerde çok izleyicisi olmasına rağmen genel olarak baktığımızda pek fazla rağbet görmüyor. Bu yüzden dünyada da sorunları olan, özellikle kadın bisikletinde sorunları olan bir spor dalı. 

Türkiye’de de durum şu şekilde: Antrenör anlamında eksiğimiz olduğunu düşünüyorum. Yani bisiklet konusunda bilimsel anlamda bir eksiğimiz var. Federasyon tarafında da eksikler olduğunu düşünüyorum. Özellikle Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermeye yönelik ciddi çalışmaları var. Evet, bunu biliyoruz ama federasyonlar biraz daha özerk olduğu için onlara çok fazla karışamıyorlar.

Mesela geçen sene ben bir kaza yaptım, sonrasında bütün kadın yarışları iptal oldu. Uluslararası kadın yarışları olmasına rağmen, Türkiye’de sadece üç kadın yarışı yapılabildi. Bu sene takvime bakıyoruz, çok fazla sayıda erkek yarışları var; Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu gibi ve bütçeleri inanılmaz yüksek. Ama bakıyoruz ki yine uluslararası kadın yarışı yok. Burada kadın erkek eşitsizliğinin söz konusu olduğunu düşünüyorum.

A.Ş: Kadın erkek eşitsizliğinden bahsettiniz birçok yazınız da bulunmakta. Kadın Özlük Hakları gibi. Bisiklet sporunda da böyle bir ayrımın söz konusu olduğu aşikâr. Biraz daha açabilir misiniz, ne gibi eşitsizlikler var? 

N.E: Diğer bir konuya gelecek olursam; yarışlara katılan kadın sayısı her zaman daha az oluyor. Bu konuda antrenörler ciddi mücadeleler veriyor. Çünkü kadın bisikletinde dünya çapında başarılı olma ihtimali daha yüksek. 

Ben de dünya şampiyonasına, avrupa şampiyonasına gittiğimde kendi alanımda rekabet edebildim. Belki de birkaç yıl daha tecrübe edinecek durumda olsak, arkadan gelenlere iyi fırsatlar verilse daha iyiye gidebileceğiz. Erkekler tarafında rekabet çok olduğu için bu daha zor oluyor. Kadınlara biraz daha bütçe ve emek verilse belki ülkeye madalya getireceğiz yani.

A.Ş: Bildiğim kadarıyla spor kariyerinizi gazetecilik kariyerinizle birleştirmek istemiyorsunuz. Gelecek planlarınızda spor kariyerinizden edindiğiniz bilgileri, belgesel veya haber konuları için kullanmak var mı?

N.E: Sizin de dediğiniz gibi işimle çok birleştirmek istemiyorum. Yoksa bisiklet ile yapılacak haberler çok fazla. Trafikte bisikletçi ölümleri çok fazla, ciddi kazalar yaşanıyor. Benim en büyük korkumdur. Kimsenin olmadığı yollarda ya da evde sürüyorum. Belki ileride Türkiye’de bisiklet sporunun tarihi gibi, kadın bisikletinin neden gelişmediği gibi veya Türkiye’deki bisikletin dünyadaki konumu ile alakalı bir şeyler yapmak isterim. Ama şu an için iki alanı birleştirmek istemiyorum.

A.Ş: Belki gelecek dönemlerde çözüm gazeteciği serinize bisiklet sporundaki eşitsizlikleri ele alarak bir çözüm getirirsiniz. Görmeyi de çok isteriz. Türkiye’nin bu konuda daha da bilinçlenmesini ve farklı alanlara açılmasını da çok isteriz. Sizden çok değerli bilgiler aldık. Tekrardan çok teşekkür ederiz. İyi ki geldiniz.

N.E: Ben teşekkür ederim. Çok keyifliydi. 

E-Bülten Kaydı

Gelişmelerden haberdar olun.

Yorum Yazın