Bilimin Popüler Yüzü Evrim Ağacı
-Mustafa Burak Avcı, Alper Akkaya
Türkiye’de bilim iletişimi denince akla gelen en güçlü platformlardan biri hiç kuşkusuz Evrim Ağacı. Yıllar önce ODTÜ’de bir öğrenci insiyatifi olarak doğan bu oluşum, bugün milyonlarca kişiye ulaşan, güvenilir ve kapsamlı bir bilim iletişimi mecrasına dönüşmüş durumda. Evrim Ağacı’nın ortaya çıkış serüveninden içerik üretim süreçlerine, bilim iletişiminden sürdürülebilirlik modellerine kadar pek çok konunun yanı sıra, bilimi halk için anlaşılır kılma çabasının Türkiye’deki en güçlü temsilcilerinden biri Çağrı Mert Bakırcı anlatıyor.
Mustafa Burak Avcı: Evrim Ağacı’nın hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz? Hangi ihtiyaçtan doğdu? Nasıl bir serüveni var?
Çağrı Mert Bakırcı: Evrim Ağacı, benim ODTÜ yıllarımda başlayan bir serüven. Ben orta sınıf bir ailede büyüdüm. Aydın ve ilerici bir aileydik. Bu benim için bir avantajdı. Ailem bana ilgimi çeken her türlü kitabı aldı ve sağlam bir okuma kültürü aşıladılar. Sadece çekirdek ailem de değil, uzak akrabalarımın birçoğu da eğitimli ve aydın kişilerdi. Örneğin eniştem bana sürekli TÜBİTAK kitapları alıyordu ve bilimkurgu filmlerine götürüyordu. Böyle bir ortamda yetiştiğim için, 2007’de ODTÜ’ye girdiğimde “evrim” konusu benim için sıradan bir bilimsel olguydu. Hakkında bir tartışma olduğundan pek de haberdar değildim. Bu konunun bilim camiasında cam kadar berrak olmasına rağmen halk arasında çok tartışmalı olduğunu gördüm ve ilk kez evrim-karşıtı kültlerle tanıştım. O noktada bir şeyler yapılması gerektiğine kanaat getirdim. Birkaç topluluk kurma ve yönetme girişimimden sonra ODTÜ Biyoloji Bölümü’ndeki arkadaşlarımla Evrim Ağacı’nı kurduk.
Bu arada ben ODTÜ’de Makina Mühendisliği okuyordum ama gönlümden geçen hep biyoloji olduğu için biyoloji bölümünden de dersler almaya başlamıştım. Önceleri birbirimizi biyoloji sınavlarına hazırladığımız bir öğrenci topluluğu olan Evrim Ağacı, sonrasında Türkiye’nin dört bir yanındaki liselerde ücretsiz eğitimler veren ve sosyal medyada insanların bilime dair sorularına sağlam cevaplar üretebilen bir mecraya dönüştü. Bir bakıma açılan bilim boşluğunu dolduruyorduk. Süreç boyunca ben nereye gittiysem Evrim Ağacı da oraya geldi. Doktora için Texas’a gittiğimde, internet sitemizi büyütme fırsatı buldum. Burada eşimle tanıştıktan sonra bir yol ayrımına geldik. Ya ikimiz de doktoralarımız bittiğinde akademide kalacak ve Evrim Ağacı’nı yarı yolda bırakacaktık ya da Evrim Ağacı’nı meslek edinecek ve akademik kariyerden vazgeçecektik. O noktada sekiz yıldır sürdürdüğüm ve Türkiye’ye çok büyük faydalar sağladığını bizzat gördüğüm bir proje olduğu için Evrim Ağacı’nda devam etmede karar kıldık. İkimiz de bu işi büyütmek için çabalamaya başladık. Aradan geçen 15 seneden sonra Evrim Ağacı; Türkiye’nin en çok ziyaret edilen, en bilindik, en güvenilir bilim iletişimi platformuna dönüştü. Tabii bu aşırı kısaltılmış bir özet, süreç boyunca sayısız kitap yazdık, etkinlik yaptık, dallarımızı kimsenin ulaşamadığı yerlere ulaştırdık. Değişen dünya şartlarına adapte olarak yolumuza devam etmeye çalışıyoruz.
M.B.A: Günümüzde bilimsel araştırmalara ücretsiz bir şekilde ulaşmak zorlaşıyor. Siz bilimsel verileri hangi yöntemlerle topluyorsunuz?
Ç.M.B: Bildiğim bütün yolları kullanarak ulaşmaya çalışıyorum. Bazen arkadaşlarımın akademik e-postaları üzerinden erişim sağlamam gerekebiliyor. Birçoğunu Google Scholar’da kendi hesabımdan da okuyabiliyorum. Şu ana kadar hiçbir makaleye para ödemedim, asla ödemem. Böylesi bir akademik sömürü düzenine tek kuruş kaptırılmamalı. Başka yollar var.
Alper Akkaya: Sci-Hub, Libgen, Unpaywall gibi gri alanlara düşen kaynakların kullanılması etik açıdan uygun mu? Korsan ve fikri mülkiyetler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ç.M.B: Evet, uygun. “Eğer satın aldığın şeylerin sahibi olamıyorsan, korsan kullandığın şeylerin de hırsızı değilsin.” diye bir söz var. Burada biraz bu geçerli, biraz da başka faktörler… Çünkü dergilerin makale başına aldığı absürt miktarlar, o makaleye sadece dijital bir erişim hakkı sağlıyor. Bu ciddi miktarları tekil araştırmacıların cebinden çıkarıp ödemesi imkânsız. Bakın zor demiyorum, imkânsız. Evrim Ağacı’nda biz bir ayda belki 500 kadar makaleden faydalanıyoruz. Bunların her birine 40-50 dolar ödeyecek olsak bir ayda batardık. “Ee o makaleler kolay çıkmıyor, tabii ödeme yapılacak.” diye düşünen varsa, düşünmesin. Birincisi, o araştırmaların yüzde 50’sinden fazlası vergilerimizden ayrılan fonlarla yapılıyor. Ben ABD’de de vergi ödediğim için bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Dolayısıyla ödeme duvarlarının ardına saklanması yasadışı. İkincisi, para akademisyenlere veya o makaleleri yayından önce değerlendiren hakemlere gidecek olsa anlardım. Sonuçta Netflix gibi araçlar gelip de zengin bir içerik koleksiyonu için makul bir fiyat sunduğunda herkes korsandan uzaklaştı, aylık ödemeyi kabullendi. Çünkü ortalama insan bu alışverişin değerini anlayacak kapasitede. Ama akademik dergilere ödenen paralar, akademisyenlere veya hakemlere değil, o dergilerin yöneticilerine gidiyor. Bu yöneticilerin görünürde birçok görevi var ama asıl görevleri, insanların makalelere erişimini suni olarak kısıtlayarak bu maddi ödeme duvarını korumak. Dolayısıyla bahsettiğiniz araçlar, insanlığa o akademik dergilerden -en azından yöneticilerinden- trilyonlarca kat daha faydalı siteler. Bilgi güçse ve o bilgi, halkın vergileriyle üretiliyorsa, halkın bilgiye zorla olsa da erişmesi, desteklenmesi gereken devrimci bir harekettir bana göre.
M.B.A: Bilimsel bilgiyi kamuya ulaştırırken teknik dili sadeleştirmek nitelik kaybı yaşanmasına sebep oluyor mu?
Ç.M.B: Nitelikten kastımızın ne olduğuna bağlı. Eğer ki “nitelik” derken kastettiğimiz anlatılan şeyin bilimsel derinliği ise, evet. Tanımı gereği popüler bilim, akademik bilime nazaran nitelik kaybına neden olur. Ama akademik bilimin söylediğini anlayamadıktan sonra, halk için değeri nedir ki? Dolayısıyla eğer ki “nitelik”, ortalamada, daha fazla kişinin o bilgileri kavrayabilmesiyse, gençleri bir sonraki nesil bilim insanlarına dönüştürecek yakıt görevi görmesiyse, hayır. Tam tersine, popüler bilim akademik bilimin niteliğini artırır. Eğer popüler bilimi “isabetsiz akademik bilim” olarak göreceksek, doktora-öncesi eğitimin tamamı çöpe gider. Çünkü lisede öğretilenlerin yüzde 90’ından fazlası, üniversitede öğretilen şeylerinse yüzde 30-40’ından fazlası isabetsiz anlatımlardan ibaret. Burada önemli olan, “öğrenme”nin bir süreç olduğunu anlamakta. Popüler bilim, sıradan bir insanı akademik bilgiye eriştirmek ve akademisyenleri fildişi kalelerinden indirmek konusunda en hayati basamaklardan biri. O meşhur sözü dönüştürecek olursak: “Akademisiz popüler bilim kör, popüler bilimsiz akademi topaldır.” Biz de Evrim Ağacı’nda akademiyi olabildiğince doğru ama anlaşılır şekilde halka aktarmak konusunda edindiğimiz sorumluluğu layıkıyla ve Dünya standartlarının bile ötesinde yerine getirmeye çalışıyoruz.
M.B.A: Algoritma barajını nasıl aşıyorsunuz? Bu durumda köklü bir mecra olmanızın bir etkisi var mı? Yeni bilim iletişim mecralarının kitlelere erişmesinde algoritma bir bariyer oluşturuyor mu?
Ç.M.B: Sosyal medya “gurularına” sorsanız size sabah akşam algoritma anlatırlar. Ama sosyal medyada kaliteli içerik üretmenin bir numaralı kuralı, algoritmayı çok fazla kafaya takmamaktır. Çünkü İngilizcede “Content is king.” denen bir şiar var. Anlattığınız hikâye ve onu nasıl anlattığınız, sonucun yüzde 95 kadarını belirliyor. Geri kalan yüzde 5 de spesifik sosyal medyaların ihtiyaçları. Mesela YouTube’da video kapağı ve başlık gibi şeyleri düzgün yapıp yapmadığınız. Bir de insanların anlamadığı veya anlasa da takip edemediği en büyük nokta istikrar. Evrim Ağacı durup dururken “köklü” olmadı, istikrarlı olduğu için “köklü” hâle geldi. Benim bu konudaki kuzey yıldızım, bir bilim iletişimcisi değil, bir vlogger; hatta “vlog” denen şeyi büyük oranda icat edip ana-akımlaştıran videograf: Casey Neistat. Casey’nin verdiği en önemli mesaj 3 kelimeden ibaret: “Just keep uploading.” Yani “Yüklemeye devam et.” Bu yazı için de geçerli, video için de geçerli. Eğer sürekli “Neden okunmadı, neden izlenmedi, neden böyle kötü yorum yazdılar?” diye kafaya takarsan, hatta daha fenası, kimse sana kötü bir şey yazmadan, sırf birkaç basit metrikten yola çıkarak karamsarlığa kapılırsan, kesinlikle kaybedersin. Ben algoritmayı bu perspektiften görüyorum. Algoritma denen şeyin içerik üreticisiyle alâkası bile yok. Algoritma, kullanıcıya -izleyiciye veya okura- en çok uyacak içeriği bulmak konusunda özelleşmiş bir yazılım. Dolayısıyla olay kullanıcıda bitiyor. İçerik üreticileri olarak bizim görevimiz, en kaliteli ürünü ortaya koyup beklemek. Zaten algoritma bir yerden sonra onu o “niş” denen kitleye ulaştıracak.
Zaten bilim kulağa “niş” gibi gelse de eğer ki yılda 500 milyon kere izleniyorsanız, Türkiye’nin en çok ziyaret edilen ilk birkaç yüz sitesinden biriyseniz, sanıyorum niş olmadığınızı söyleyebilirsiniz. Bu sayılar algoritmayı umursamadan yapılan işlerle oluyorsa, belki de bu tavsiyeye kulak vermekte fayda vardır. Her içerikte kendinize sorun: Bu, bu içerik için yapabileceğimin en iyisi mi? Cevap evet ise, bitmiştir. Hayır ise, yapacağınızı biliyorsunuz.
A.A: Türkiye gündemi sürekli değişiyor. Siz bu değişen gündeme dair içerikler de üretiyorsunuz. Sürekli değişen gündeme yönelik içerik üretmek pratik anlamda sorun yaratıyor mu?
Ç.M.B: Türkiye’nin gündemi çok değişiyor, doğru. Ama bu bizi çok fazla etkilemiyor, çünkü bizim gündemle ilişkimiz daha ziyade “konu fikri” noktasında oluyor. Yani “Aa gündemde bu var, bunu çekelim, yazalım.” diye bir dürtümüz yok. Daha ziyade, “İster istemez gündeme baktığımda gördüm ki böyle bir konu da varmış ve insanlar ilgileniyorlar, belki onları bu konuda bilgilendirmek iyi olur.” diyoruz. Yani gündemi o kadar da yakından takip etmiyoruz. Tabii ki gündem de konu kaynaklarımızdan biri.
M.B.A: Evrim Ağacı güncel bilimsel gelişmeleri sunarken, bu olayları kuramsal arka planıyla nasıl bağlam kuruyor? Bilim haberciliği ve bilim iletişimi arasındaki pratik farkı nasıl yaratıyor?
Ç.M.B: Bilim haberciliği, magazin haberciliğiyle benzeştirilebilir: “Bilmem kim ünlüsü, bilmem nerede görüntülendi!” ile “Bilmem ne parçacığı, bilmem kaç enerji seviyesinde görüntülendi!” arasında pek bir fark yok. Ama bilim haberciliğini bilim iletişimi yapan şey, aslında gazeteciliğin de özünde var olması gereken “bağlam” bilgisi. Mesela ben magazinden anlıyor olsaydım, öyle bir bağlam bilgisi verirdim ki, o bilmem kim ünlüsünün bilmem nerede görüntülenmesinin ne anlama geldiğini okura, izleyiciye tam olarak aktarabilirdim. -sanırım bunu yapan bazı içerik üreticileri var.-
Bizim gazetelerde de bu sorun çok fazla var. Batılı ve Doğulu emsallerine baktığınızda, haberlerin arka plan detaylarının, haberin kendisi kadar derin olduğunu görüyorsunuz ama bizde köklü bir gazetecilik kültürü olmadığı için, üzerine bir de modern dünyanın kolay tüketim dürtüleri bindiğinde berbat bir “gündemizm” oluşuyor. Benim içeriklerimde duyduğum en yaygın negatif eleştiri, “konuyu çok uzattığım” oluyor.
Halbuki anlattığım her şey, o 2-3 dakikada bahsedeceğim “Bu arada bu da oldu.” cümlesini beslemeye yarayan arterler. Okur veya izleyici bu yolu benimle birlikte kat ettiğinde, iki dakika sonra unutacağı bir haber başlığından öteye geçmiş oluyor. Keşfedilen o yeni şeyin nasıl keşfedildiğini, neden önemli olduğunu ve kendisiyle ilişkisinin ne olabileceğini kavrıyor. “Öğrenmek” denen şey budur; olguları ezberlemek değil.
M.B.A: Evrim Ağacı, YouTube, Instagram, podcast gibi çoklu mecraları kullanarak bilim iletişimi yaparken her mecra için ayrı bir içerik yöntemi mi geliştiriyor? Hangi mecra, hangi bilimsel içerik türü için daha etkili oluyor?
Ç.M.B: Açıkçası her mecra için o mecraya uygun içerik üretilmeli ki biz de buna özen göstermeye çalışmalıyız. Ama bizde ciddi bir işgücü eksikliği var. Yani Evrim Ağacı’nın şu anki kapsamında rahatlıkla yüz küsür kişilik bir ekip olması gerekirdi. Ama sadece dördü çekirdek olmak üzere sadece on kişiden oluşan bir ekibiz. Tek işi video çıkarmak olan meşhur bilim iletişimcilerinin bile 30-60 kişiden oluşan ekipleri, videografları, editörleri, araştırmacı yazarları, teknisyenleri var. Biz iki kişi video çıkarıyoruz, öyle düşünün. Ama yine de elimizden geldiğince içeriklerimizi mecraya adapte etmeye çalışıyoruz. Video şu anda en popüler mecra ama öğrenme sadece okuyarak mümkün. Dolayısıyla insanlık pek de iyi bir yöne gitmiyor. Bilginin sonsuz, bilenin çok az olduğu bir yöne gidiyoruz.
M.B.A: Hedef kitlenize dair veri var mı? Hangi kitle sizi takip ediyor?
Ç.M.B: Tabii. Çok yakından takip etmiyoruz bunu ama sorduğunuz için YouTube istatistiklerimize baktım. Son bir yılda izleyicilerimizin yüzde 70’i erkek, yüzde 83’ü 18-44 yaş aralığında, yüzde 85’i ise Türkiye’den. Bu bize çok fazla bilgi vermiyor tabii ama genel bir çerçeve çizebilir.
M.B.A: İzleyicilerden gelen yorumlar, sorular ve geri bildirimler yayın politikanızı ve üretim sürecinizi etkiliyor mu?
Ç.M.B: Biraz etkiliyor ancak kısıtlı. Çünkü en nihayetinde Evrim Ağacı’nı kendi ilkelerimizle, kendi politikalarımızla sürdürmeye çalışıyoruz. Mesela takip ettiğimiz ilkeler son on beş yılda hiç değişmedi. Bu, bize entelektüel bir istikrar sağlıyor. Ama tabii ki belli konular talep edildiğinde veya belli noktalarda tekrar eden eleştiriler oluştuğunda, oraları nasıl geliştirebiliriz diye düşünüyoruz. Ama vakaların yüzde 99’unda bu problemleri biz geri bildirim gelmeden fark edip çözüyoruz veya gelen geri bildirimler, sebepleri düzgün bilmeden ya da değerlendirmeden gelen geri bildirimler olduğu için değişimi tetiklemiyor.
M.B.A: Video içerisinde ya da açıklama sırasında kullanılan kaynaklar sadece bilgiyi desteklemek için mi gösteriliyor, yoksa izleyiciye bilimsel yöntemi, kanıt zincirini ve çıkarım sürecini de anlatmaya çalışıyor mu? Sizce bu durum katılımlı bilimi pekiştiriyor mu?
Ç.M.B: Kendimizi kandırmanın anlamı yok. Okurlarda bu oran belki biraz daha az olsa da video izleyicilerinin yüzde 99,99’undan fazlası kaynakları umursamıyor ve bir tanesini bile açıp okumuyor. Kaynak gösterimi bundan daha ziyade akademik bir refleks ve olması gereken de bu. Ola ki biri kaynağı merak edip kontrol etmek veya daha derinlemesine okumak isterse kaynak erişilebilir olmalı. Sitemizdeki makalelerimiz her zaman tam kaynaklı oluyor. Videolar da çoğunlukla makalelerimizden beslendiği için kaynakları videoya daha kısıtlı ekliyoruz. Ancak talep edildiğinde hepsini verebileceğimiz bir veri tabanımız bulunuyor. Bizim güvenilir kaynaklar kullanma nedenimiz, biri sorarsa hazırda bulunsun diye değil yaptığımız işe saygımızdan. Bizim işimiz, akademide olan biteni halka etkili bir şekilde aktarmak; bunu birincil ve ekstrem güvenilirlikteki ikincil kaynaklar üzerinden yapmıyorsak, doğru bir iş yaptığımızı söyleyemeyiz.
M.B.A: “Küçük bağışçılar” modeli ve Youtube gelirleri sürdürülebilirliği sağlamaya yetiyor mu?
Ç.M.B: Bağış modeli sürdürülebilirliğe yetmiyor. Sadece dalgalanan reklam gelirleri için bir “sigorta” görevi görüyor. YouTube gelirleri Evrim Ağacı’nı büyütme konusunda en büyük kaynağımıza dönüştü. Bunda tüketici alışkanlıklarının okumadan izlemeye kaymasının da YouTube’un üretici dostu politikalarının da etkisi büyük. Ama sürdürülebilirlik için çok kaynaklı bir model şart; özellikle de bizim büyüklüğümüzde kanallar için. Daha küçük üreticiler için küçük bağışçılar modeli sponsorlu içeriklerle birleştiğinde gayet güzel çalışabiliyor. Ama büyüdükçe, gelir kaynaklarını da zenginleştirmek gerekiyor. Bunu ilkelerden şaşmadan yapabilmek hayati bir öneme sahip. Biz buna çok özen gösteriyoruz. Destekçilerimiz de sağ olsunlar, ellerinden geleni yapıyorlar. Yani Evrim Ağacı büyük kolektif bir çabanın eseri.
M.B.A: Potansiyel sponsorların bilimsel yayın politikanızla uyumlu olup olmadığı nasıl ölçülüyor? Bu bir kriter mi? Potansiyel sponsorlar ekonomik gelir modelinin nasıl bir kısmını oluşturuyor?
Ç.M.B: Evet, belli kriterlerimiz var. Bize gelen sponsorların yarısından fazlasını reddediyoruz. Çünkü bizim kullanacağımız ürünler sunmuyorlar veya okurlarımıza ve izleyicilerimize zarar verebilecek ürünlere sahip oluyorlar. Bu demek değil ki kabul ettiğimiz markaların hepsi sütten çıkmış ak kaşık.
Öyle bir marka var mı, kaldı mı? Ama biliyorsunuz bazı markalar var ki, eşelediğinizde illa ki altlarından sorunlar çıkacak olsa da halk nezdinde artık kabul görmüşler. Mümkün olduğunca onlardan sponsorluk almaya çalışıyoruz.
Orada devreye ne mesaj vermeye çalıştıkları giriyor. Eğer ki bir otel, sunduğu tatil hizmetinden ziyade, iklim değişikliğiyle nasıl “mücadele” ettiğini anlattığı bir mesaj vermeye çalışıyorsa, yani yaptıklarını güvenilir metriklerle bize gösteremiyorsa ve sadece lafta kalıyorsa, o otel ne kadar güvenilir olsa da mesajlarını reddediyoruz. Zaten biz öyle eğlence içerikli bir “influencer” olmadığımız için, bize gelen de az oluyor. Dolayısıyla, sponsorlu içerikler de bizim gelirlerimizin çok azını oluşturuyor. O nedenle kimsenin parasına boyun eğmek zorunda kalmıyoruz.
M.B.A: Evrim Ağacı’nda Kreosus üzerinden gelen kullanıcı desteği, içerik planlamasını hangi ölçüde etkiliyor? Destekçilerin ilgisine göre içerik yöneliminde (örneğin evrim, iklim, kuantum) ağırlık kaymaları yaşanıyor mu?
Ç.M.B: Hayır, pek sayılmaz. Sadece belli seviyelerde destek olanlar video içerik taleplerinde bulunabiliyorlar ama bunlara da kısıtlı şekilde öncelik veriyoruz. Bu noktada destekçilerimizle aramızda çok özel bir bağ var ki Patreon gibi “çıkar-amaçlı” modellerin aksine, Kreosus’u da tam olarak bu bağ üzerine inşa ettik. Destekçilerimizin yüzde 99,9’u bizden özel bir şey bekleyerek bize destek olmuyorlar. Evrim Ağacı’nın ilkelerine, misyonuna, vizyonuna, yaptıklarına değer verdikleri için ve bu sürecin bir parçası olmak istedikleri için destek oluyorlar. Bu sayede destekçilerimize sunduğumuz avantajlar oldukça yüzeysel ve göstermelik oluyor. O özel bağı korumaya özen gösteriyoruz.
M.B.A: Kreosus modelinde, kullanıcıların uzun vadeli destekçisi kalmasını sağlamak için ne tür aidiyet stratejileri uygulanıyor? Topluluk hissinin bu stratejiye bir katkısı var mı?
Ç.M.B: Tabii. Dediğim gibi, çok özel bir şey yapmıyoruz. Destekçilerimizin ezici çoğunluğuna “Evrim Ağacı’na yardım etmiş olmak” yetiyor. Biz de onların desteklerini, en iyi yaptığımız işi daha da iyi yapabilmek içi kullanıyor, onlara tam olarak istediklerini vermiş oluyoruz. Hep söylediğimiz bir şey var: Bizim için destekçilerimizin finansal sağlığı her şeyin önünde geliyor. Eğer ki bir kişinin bize destek olması kendi finansal sağlığına zarar verecekse, o desteği asla istemiyoruz. Videoyu veya yazıyı tüketsinler, paylaşsınlar, beğensinler bize yeter. Ama okurlarımız ve izleyicilerimiz arasında bize rahatlıkla destek olup gücümüze güç katabilecek çok fazla insan olduğunu da biliyoruz. Eğer ki içeriklerimiz onları destek olmaya motive ediyorsa ne âlâ. Etmiyorsa da canları sağ olsun. Biz elimizden geleni yapmaya devam ediyoruz.
M.B.A: İnternet sitesinde üye olan hemen hemen herkes içerik üretebiliyor, içeriklerle etkileşime geçebiliyor mu? İnternet sitesinin ortaya çıkışında katılımlı bilim perspektifi etkili oldu mu?
Ç.M.B: Evet, üyelerin hepsi Evrim Ağacı Sosyal’de birbiriyle ve içeriklerimizle etkileşmeye başlayabiliyor. Orada modern ve ilerici bir sosyal medya felsefesi izliyoruz. Tartışmaya, gerilime, negativiteye dayalı değil; değer yaratmaya, bilgiye, kültüre dayalı bir sosyal mecra inşa ediyoruz. Bu yolun çok başındayız ve yapay zekâ sitemizi tamamen öldürmezse, uzun bir yolumuz var. Ama Evrim Ağacı’nda yaptığımız her şey gibi, bu konuda da biz kısa mesafe koşucusu değil, maraton koşucusuyuz. Üretmeye devam edeceğiz. Sevgiler, teşekkürler.
E-Bülten Kaydı
Gelişmelerden haberdar olun.