Türkiye’nin “Melanet” Gerçegi Deprem

Yayın Tarihi: 12 Ağustos 2025
Toplam Okunma: 168
Okuma süresi: 10,8 dakika

-Melisa Güven

Melisa Güven: Ahmet Hocam, hoş geldiniz. Bugün ne yazık ki sizinle ülkemizin bir gerçeği olan deprem hakkında konuşmak istiyorum. Biliyoruz ki bu süreci çalışmalarınızla yakından takip ediyorsunuz. Türkiye geçmişte birçok büyük deprem yaşadı. Ancak yakın zamanda en yakıcı olan, 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen Büyük Kahramanmaraş depremleriydi. Bu deprem, 11 ilimizin etkilendiği, milyonlarca insanın evsiz kaldığı bir yıkımdı. Binlerce insanımızı kaybettik. Hayatta kalanların büyük kısmı kurulan konteyner kentlerde yaşamaya ve sürecin getirdiği psikolojik sorunları atlatmaya çalışıyorlar. Depremin etkileri hâlâ sürüyor. Bu konuda farkındalığı artırmak için sizinle bir röportaj yapmak bizim için çok değerli. Öncelikle bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Ahmet Özdemir: İstanbul Beykent Üniversitesi’nde İnşaat Mühendisliği bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışmaktayım. Şu anda doktora çalışmamı yapı mühendisliği alanında yürütüyor, özellikle yapı ve deprem mühendisliği üzerine yoğunlaşıyorum. Depreme karşı risk tespiti, yani deprem öncesinde yapıların riskli olup olmadığı üzerine hızlı değerlendirme yöntemleri üzerine çalışıyorum.

M.G: Kahramanmaraş depremleri bize bina güvenliği konusunda ne öğretti?

A.Ö: Depremde yıkılan binaların yüzde doksan beşi 2000 yılından önce yapılan yapılardı. Bu yıkımın genel nedenlerini, yapı denetim mekanizmalarının çalışmıyor oluşu, malzeme dayanımlarının belli bir standarda bağlanmamış olması, yeterli mühendislik ve kontrol hizmeti alınmayan yapıların fazlalığı olarak sıralayabiliriz. Tüm bu sebeplerle sonuç maalesef çok ağır oldu. Bunun dışında, gevşek zeminlerde yapılan yeni yapılarda temele daha çok yatırım yapmak gerekiyor. Yani temelin daha maliyetli olması gerekiyor. Lakin müteahhitler daha çok bu durumdan kaçmaya çalışıyorlar. Depremde yeni olup da yıkılan yapılar, genel olarak temel kaynaklı sorunlar nedeniyle yıkıldılar. Binada üst yapı tamamen sağlam kalıp, binada farklı oturmalar veya yan yatma gibi durumlar oluştu.

M.G: Bunun örneğini Rönesans Rezidans’ta görmüştük. Bina, Hatay’daki yeni bir binaydı. Hatta büyük yaşam vaatleriyle kurulmuştu ama depremde tamamen yan yattı.

A.Ö: Çünkü müteahhitler zemin etüdünden kaçmaya çalışıyorlar. Para vermek istemiyorlar. Zemin etüdünden çıkan sonuca göre eğer zemin gevşekse, zemin yeterli mukavemete sahip değilse, oraya daha iyi bir temel tasarımının yapılması gerekiyor. Tabii müteahhitler buna “toprağa gömülen para” olarak bakıyorlar. Çünkü görünen bir kısım değil. Bundan dolayı da çok fazla yıkım gerçekleşti. Bir mühendis bakış açısıyla da genel olarak böyle söyleyebilirim.

M.G: Deprem öncesinde alınması gereken en kritik önlem sizce nedir?

A.Ö: Ben şimdi deprem öncesinde alınması gereken önlem “deprem çantası hazırlayayım” falan demeyeceğim. Şöyle; bulunduğunuz, yaşadığınız, ikamet ettiğiniz yapının az çok depreme karşı dayanıklı ve dirençli olduğunu bilmeniz gerekiyor. En büyük önlem bu zaten. Biliyorsunuz, Japonlar deprem olduğunda evlerinden bile çıkmıyorlar.

M.G: Peki deprem sonrasında yaşanan en büyük sorunlardan biri sizce nedir?

A.Ö: Deprem sonrasında görüldüğü kadarıyla, afet yönetim sistemi iyi mobilize olamadı. En büyük sorun buydu. Depremzedelere, gerektiği anda ve gerektiği miktarda yardım ulaştırılamadı.

M.G: Biraz da yapıların analizlerine değinmek istiyorum. Maalesef bu konuda da yeterli bilgiye sahip değiliz. Yapı denetim raporlarının önemi nedir? Bu raporlara nasıl ulaşabiliriz?

A.Ö: Öncelikle başlangıç raporları bulunuyor; statik, tesisat, elektrik, mimari gibi. Onun dışında, gelen malzemelerin yani her beton dökümünde veya donatı geldiğinde şantiyede malzeme raporları oluyor. Ayrıca yapım aşamalarında, yönetmeliğe uygun yapılıp yapılmadığına dair raporlar oluyor. Yani her süreçte, diyelim her kat çıkışında, ayrıca rapor düzenleniyor. Bunun sonucunda da bir tane nihai rapor oluyor. Peki bunlara nasıl ulaşılabilir? Belediyelerden veya yapı denetim firmasından istenebilir. Ama bunu ilgili yapı denetim firmasından isteyebilecek kişiler kat malikleri, yani dairenin sahipleridir. Kiracılar bunu isteyemiyor. Sonuç olarak ev sahibiyle anlaşması gerekiyor. 2001 yılından sonra zorunlu hâle getirildi ve belediyelerin bunları arşivlemesi isteniyor. Daha önceki raporlara ulaşmak ise biraz zor.

M.G: Bir de kentsel dönüşüm süreci var. Sizce bu süreç yeterli mi, ya da bu süreç etkili işliyor mu? Kentsel dönüşüm sürecindeki binalar ne kadar sağlam yapılıyor?

A.Ö: Kentsel dönüşüm sürecinde yapılan binaların büyük çoğunluğu sağlıklı yapılıyor. Ancak süreç yeterince etkili işlemiyor. Bunun çeşitli nedenleri var: Takip süreçlerini yürütecek belediyelerde yeterli teknik uzman bulunmaması, finansal sıkıntılar, yapı sahiplerinin yeterli mali güce sahip olamaması ya da devletin yeterli desteği sağlamıyor olması gibi sorunlar yaşanıyor. Ayrıca hukuki sorunlar da olabiliyor. Bu üç temel sebepten dolayı süreç olması gerektiği gibi işleyemiyor. Örneğin, o bölgede üç kata kadar izin veriliyor ve yapılar da genellikle üç katlı oluyor. Ancak müteahhitlere verecek olan şahıslar, müteahhitten bir veya iki kat fazlasını istiyor. Bu yüzden müteahhit ile anlaşma sağlanamıyor. Bu tür sürüncemeler ve insanların yeterli bilinçte olmaması sebebiyle süreç ağır aksak devam ediyor diyebiliriz.

M.G: Bizler, depreme bilinçli bireyler olarak binalarımızın dayanıklılığını ölçmek için testler yaptırmak istiyoruz. Ancak bu testlerin maliyetleri oldukça yüksek. Hiçbir test yapılmadan bir binanın sağlam olup olmadığı anlaşılabilir mi? Bunun üzerine araştırmalar yaptığınızı biliyorum. Yaptığınız çalışmalarda basit yöntemlerin ya da birçok yöntemin olduğunu biliyorum. Bize bu konu hakkında bilgi verebilir misiniz?

A.Ö: Temelde, risk değerlendirmesi üç basamaklı bir süreç olarak işliyor. Birinci seviye değerlendirme yöntemlerimiz var; bunlara “sokaktan tarama yöntemleri” de diyebiliriz. Yani, binanın dış görünüşüne bakarak çeşitli yorumlar yapıyoruz. Eğer yapı riskli çıktıysa, ikinci seviyeye geçiliyor. İkinci seviyede, yapının kat planları varsa o planlardan yararlanarak çeşitli hesaplamalar yapılıyor. Bu süreç birinci seviyeye göre biraz daha uzun sürüyor. Üçüncü seviye değerlendirme yöntemleri ise bir yapının riskli ya da risksiz olduğuna dair kesin kararı verdiğimiz yöntemler oluyor. Bu yöntemleri şöyle özetleyebilirim: Örneğin, pazardan elma aldığınızı düşünün. Önce dış görünüşüne bakarsınız; rengi kırmızı mı, parlak mı? Bu, birinci derece değerlendirmeye benziyor. Eve gelip kabuğunu soyarsınız, bu ikinci derece yönteme benzetilebilir. Ama ortasından kesip açtığınızda elmanın gerçek durumunu görürsünüz. O da üçüncü derece yöntemi temsil ediyor.

Üçüncü derece değerlendirme maliyetli ve uzun süren bir süreç tabii.Birinci derece yöntemler genellikle daha bölgesel sonuç veriyor. “Bu bölge riskli mi, değil mi?” gibi sorulara daha iyi cevap veriyorlar. Ama tek bir binanın kesin olarak riskli ya da risksiz olduğunu söylemek için yeterli değiller. Birinci derece yöntemlerde genel olarak baktığımız şeyler; binanın dış cephesindeki düzensizlikler ve yapı planının düzenli olup olmadığıdır. Birinci derece yöntemlerde genellikle binanın dış cephesine ve yapının planının düzenli olup olmadığına bakılır. Örneğin, binanın kare ya da dikdörtgen şeklinde olması, balkonların tamamen duvarla kapatılmış olup olmaması ve zemin katın sadece camla kaplı olup “yumuşak kat” etkisi yaratıp yaratmadığı gibi durumlar değerlendirilir.

Ayrıca, binanın hangi yönetmeliğe göre yapıldığı da çok önemli. 2007 yönetmeliğine göre yapılan yapılar genellikle daha güvenli. 1998 sonrası yönetmelikler de bir güvence sağlıyor diyebiliriz. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yayınlanan Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esaslar diye bir yönetmelik var. Bu yönetmelik bir binaya kesinlikle “bu yapı risklidir” ya da “risksizdir” demiyor. Orada bir puanlama sistemi var. Ortalama olarak 50 puanın üstüne çıkarsa, o yapı oturulabilir kabul ediliyor. 50 puanın altında ise oturulmaması tavsiye ediliyor.

Ama şunu da vurgulayayım, bunlar çok basit yöntemler, kesin sonuç vermezler. Kesin sonuç için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın onayladığı çeşitli fi rmalara başvuru yapmak gerekiyor. Bu fi rmalar üçüncü derece yöntemleri uyguluyor ve süreç biraz daha uzun sürüyor.

İkinci derece yönteme örnek olarak da “Hassan Endeksi Yöntemi” diyebilirim. Burada binanın kat planı gerekiyor. Biz, kolonların bulunduğu hizaya “aks” diyoruz. Kat planına göre binadaki akslar düzenliyse, mesafe düzenliyse ve kolon boyutları biliniyorsa matematiksel birkaç hesaplamayla yapının güvenli olup olmadığını söyleyebiliyoruz. Mesela kolonlar 40×40 cm ise hesap basitçe şöyle oluyor: (0,40 x 0,40) ÷ 2 = 0,08 eder. Yani kolonun efektif alanı 0,08 m² olmuş oluyor. Diyelim ki 100 m² bir alan ve dokuz kolon var. 9 x 0,08 = 0,72 sonra yüze bölüyoruz ve o da 0,72/100= 0.0072 ediyor. Aslında burada etkili kolon alanın taban alanında yüzde kaça denk geldiğini buluyoruz. Yapılan hesaplamalarda yapı, 0,25 ve 0,50’nin üzerindeyse aşağı yukarı güvenlidir diyebiliriz. Tabii bu anlattığım iki yöntem de altı kata kadar geçerli. Yani altı kattan yüksek bir yapıdaysanız bu dediğim yöntemleri kullanamazsınız. Eğer bir daire kiralayacaksanız, özellikle 2000 sonrası yapıları tercih etmenizi öneririm. Dediğim gibi kapalı çıkma olmaması, yumuşak kat içermemesi, tepe yamaç dediğimiz, bir taraftın kat sayısının diğerine göre daha fazla olmamasına ve bitişik yapı olmamasına dikkat etmelisiniz. Mali durumunuzdan dolayı bitişik yapıda oturmak zorunda kalırsanız da katların yani döşeme seviyelerinin aynı olmasına dikkat edin.

M.G: Depremden sonra oluşan duvar ve kolon çatlaklarının öneminden bahsedebilir miyiz? Bu oluşan çatlaklar bize yapıların hasar durumu ile ilgili bilgi verir mi?

A.Ö: Kesinlikle bilgi verir. Özellikle binalarda taşıyıcı sisteme bakmak gerekir. Yani en önemli olan kolonlar ve kirişlerin bütünlüğüdür. Bir duvarda çatlak olabilir, hatta duvar tamamen “X” şeklinde ayrılmış da olabilir. Ama esas önemli olan kolonlar, kirişler ve varsa perde betondur. Bunlara dikkat etmemiz gerekiyor. Yapıların özellikle eğilme mukavemeti göstererek yıkılmaya karşı çalışmalarını isteriz.

Örneğin, elinizde bir çubuk olsun, çubuğu biraz eğdiğinizde eğilme mukavemeti ortaya çıkar. Bu da deprem sırasında daha dayanıklı olmasını ve kişilerin evden çıkmak için zaman kazanmalarını sağlar. Eğer eğilme olmazsa, bir sopayı ucundan tutup bastırdığınızda kırılması gibi bina da yıkılır. Biz buna mühendislikte “gevrek kırılma” diyoruz, yani çok ani bir şekilde yapı göçer. O ani kırılmayı istemediğimiz için, özellikle kolon ve kiriş birleşim bölgelerinde “X” şeklinde çatlaklar varsa oradan direkt kaçmalısınız. Kolon ve kirişlerde çatlak olmaması gerekiyor. Eğer bu çatlaklar ortaya doğru ilerliyor ve “X” şeklini almaya başlıyorsa, bu durum çok tehlikelidir.

Oluşan çatlağın genişliği 0,03 milimetreyi geçiyorsa, mutlaka uzman bir mühendisten bilgi alana kadar o evde oturmayın derim. Ama sadece sıvada ya da dolgu duvarında çatlak varsa, bunlar genellikle çok büyük bir tehlike oluşturmaz ve endişe duymanıza gerek yoktur.

M.G: Buraya gelerek bizi bilgilendirdiğiniz için çok teşekkür ederiz hocam.

A.Ö: Rica ederim. Ben teşekkür ederim.

E-Bülten Kaydı

Gelişmelerden haberdar olun.

Yorum Yazın