Ebru Hekimoğlu: Televizyonun İçine Girmek Çocukluk Hayalimdi
Tuana Serra Dinçer
Kariyer hayatına TRT’de başlamış, ardından bazı özel kanallarda devam etmiş, televizyonun bilinen simalarından, başarılı spiker Ebru Hekimoğlu ile kariyer yaşamı, televizyon dünyası ve mesleğin inceliklerini konuştuk.
Akademik eğitiminiz müzik üzerine olmasına rağmen medya sektörüne girmeye nasıl karar verdiniz? Eğitim hayatınızdan önce bu yönelim aklınızda var mıydı?
Müzik de medya sektörü de aklımda vardı aslında. Dokuz yaşından beri piyano dersleri alıyorum ve müzik hayatımın vazgeçilmezlerinden biri. Ortaokul zamanlarında bir Türkçe öğretmenim hayatımı tamamen değiştirdi diyebilirim. Aynı dili konuşuyorduk ama o çok farklı konuşuyordu. Dile ve diksiyona merakım aslında onunla başladı. Ben göçmen bir annenin ve Karadenizli bir babanın kızıyım. İçinde büyüdüğüm kültür bu anlamda biraz kozmopolit olarak değerlendirilebilir. Babam çok coşkulu konuşan, hızlı düşünen bir adamdı. Annemde de göçmenlikten kaynaklanan Ege şivesi vardı. Dolayısıyla o köklerden gelen, mübadele yıllarında da kullanılan kelimeler
aile sohbetlerimizde yer alırdı. Bu sebeple kulağım biraz kirliydi. Fakat dediğim gibi ortaokulda o Türkçe öğretmenimin konuştuğu dille, kendi kullandığım dil arasındaki farkı idrak etmem çok etkili oldu.
Öte yandan içine kapanık bir çocuktum. Annem ve babam bendeki bu eksikliği görüp tiyatro eğitimine başlattılar. Böylelikle tedirginliği atıp özgüven kazandım. Tiyatroda diksiyon eğitimi almaya başladım. Üniversite eğitimimde ise piyano çalıyor olmam etkili oldu. Düşüncem bir müzik bölümüne girip üniversitede kariyerime devam etmekti. 1989 yılında TRT bir sınav açtı, annemin teşvikiyle sınava girdim. Gerçekleşeceğini hiç düşünmemiştim ama sınavı kazandım. Bu arada Marmara Üniversitesi’nde de müzik bölümünü kazanmıştım. Üniversitedeyken hem çalıştım hem de okudum. O dönem TRT’de program departmanında çalıştım. Yıllar sonra ilk programımı yaptıktan sonra şunu hatırladım: Tüm bunlar olmadan önce televizyonda olma hayalimi bilen anneannem “sonunda o çok arzu ettiğin kutunun içine girdin, hayırlı olsun” dedi.
Peki sonraki süreçte TRT’den ayrılıp özel kanallara geçme sebebiniz nedir?
O yılların TRT’si benim için büyük bir okuldu. TRT’de yetişmiş bir eleman olduğum için kendimi çok şanslı hissederdim. Nasıl geçtiğim konusuna gelince, o dönem Kanal D’den bir programcı beni aradı, şöyle bir programımız var ve sizin yapmanızı istiyoruz dedi. Artık üniversitenin son sınıfındaydım ve profesyonel hayata dahil olmam gerektiğini düşündüğüm için o teklifi değerlendirmek istedim. Özel televizyonlara geçişim bu şekilde oldu. Kanal D meslek hayatımda benim için önemli bir basamaktır. Ben haberlerin yoğun olarak akşamları takip edildiği bir dönemin çocuğuyum. O dönemin haber spikerleri benim için idoldü. Kanal D macerası haberciliğe geçişimde önemli bir basamak oldu. Tesadüfen kariyerimin yönü değişti. Spiker bir arkadaşımın sesi kısılmıştı, ben de o gün işim olmamasına rağmen kanaldaydım. Bana “Ebru haydi öğle haberini sen sun” dediler. Böylelikle program departmanından haber departmanına geçmiş oldum.
“İnsanlığıma ve kendime yabancılaştığım anlar oldu”
Sizi zorlayan durumlar olmuştur herhalde…?
Yayıncılık başlı başına zor bir iş. Ama en zorlandığım anlar 1999 Gölcük depreminde olmuştu. Annem Çanakkale’de büyümüş bir çocuk ve deprem onun çocukluğunun bir parçasıydı. Ben de deprem hikâyeleriyle büyüdüm. Hiç şahit olmadığım bir durumdu. 1999’da ilk kez tecrübe etmiştim, ilk şoku atlattıktan sonra o yıllarda çalıştığım BRT kanalına gittim. Olağanüstü bir olaydı, tüm haber merkezi toparlanmaya başlamış, yayına geçmiştik. Depremden sonraki beş gün boyunca eve gitmeden durmaksızın çalıştık. 24 saat deprem yayınına geçtik. Kendime yabancılaştığım, mesleğe yabancılaştığım bir zaman dilimiydi. Hayatını kaybedenlerin sayısını verirken dahi çok kötü hissettiğimi hatırlıyorum. Binlerce insanın hikâyesi sayılardan ibaret bir şekilde veriliyordu.
Diğer yandan da soğukkanlı olmak, insani duygulardan belli bir oranda ayrı durmak durumundasın. Halbuki o insanların hayatında neler değişti, ne fırtınalar koptu. Bu tip olaylardan sonra konuştuğunuz kişiye “Ne hissediyorsunuz, neler söyleyeceksiniz?” gibi şeyler sormak çok ağır. Bunun gibi hissettiğim bir başka durum ise çocuk istismarlarıyla ilgili. Son yıllarda çokça karşılaşıyoruz. Biz neden böylesine psikolojisi bozuk bir toplum haline geldik diye sorguluyorum kendimi. Hep mi böyleydik yoksa son zamanlarda mı böyle olduk, bilmiyorum. Evet iş dışarıdan bakıldığında çok keyifli görünüyor ama asıl zor olan, bu insani duyguların zorlandığı anları yönetebilmek oluyor.
Son dönemde eskiye göre spikerlerde dış görünüş ve haber sunma tekniklerinin farklılaştığını görüyoruz. Özellikle dış görünüşün haberin önüne geçmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Eski bir TRT’li olarak dış görünüşün haberin önüne geçmesinden hoşlanmıyorum. Ama bu süreçte yayıncılık anlayışının da evrildiğini görüyorum. Benim çalıştığım 90’lı yıllarda BBC tarzı, olay odaklı ve haberin yorumsuz bir biçimde anlatıldığı anlayış hakimdi. Yorum yapmadan, haberin önüne geçmeden, haberi tüm yönleriyle izleyiciye aktarmak üzerine bir habercilik tarzı vardı. Sonraki süreçte piyasaya Amerikan tarzı bir yayıncılık hakim oldu ve anchorman dönemi başladı. Anchorman’in görevi sadece haber vermek değil, haber üzerine yorum da yapmaktı. Bu kişileri haber spikeri olarak değerlendiremeyiz. Yorum yaparak anlatabilmek olayı her yönüyle çok iyi değerlendirebilme kabiliyeti de gerektiriyor. Şu an piyasadaki arkadaşlarımı sadece spiker olarak değerlendirebilmem bu sebeple mümkün değil. Gazetecilik vasfıyla birlikte yayıncılığını destekleyen birçok başarılı insan var. Sadece spiker olup metnin içine yorum katan da var. Onların prompterdan bu yorumları okuduğuna şahit oluyoruz. Bu yanlış bir şey. İzleyici bunun samimi olmadığını anlıyor artık. İşin görünme kısmına geldiğimizde minimalist davranmak gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta görsel bir iş televizyonculuk. Ekrana çıkacak spiker elbette bakımlı ve göze hoş görünecek şekilde hazırlanmalı. Ama bunun ötesinde haberin önüne geçecek şekilde abartılı makyaj ve saç tasarımı gibi şeylerin olmaması gerektiğini söyleyebilirim.
Peki spikerlerin giyim konusunda nelere dikkat etmesi gerekir?
Dediğim gibi bu iş görsel bir iş. Elbette yalnızca formal kıyafetler değil, illa giyilsin demiyorum ancak frapan şeyler de tercih edilebilir. Beni bu tarz rahatsız ediyor mu? Çok rahatsız etmiyor. Rengi sever çünkü ekran. Günümüz yayınlarının yüksek çözünürlüklü olduğunu düşününce göze hitap etme çabasını normal görüyorum. Ben “Az her zaman çoktur” düşüncesine inanıyorum. Bu minimalist yaklaşımı da çağrıştırıyor. Ekran az olanı da çok yapıyor biraz. Renkler olmalı elbette ama çok parlak saten gibi kumaşları ben yakıştırmıyorum.
Hem TRT’de hem de özel kanallarda spikerlik yapmış biri olarak aradaki farklılıkları anlatabilir misiniz?
Tabii benim çalıştığım yıllardaki TRT ile şimdiki TRT arasında da fark çok olduğu için o yıllarda yaptığım gözlemlerimi paylaşabilirim. Sonuçta TRT bir devlet kurumu, devlete bağlısınız ve yayın politikası kamuyu yani doğrudan vatandaşı ilgilendiren içeriklerin aktarılmasıyla ilintili. Ama özel kanallarda durum böyle değil. Özel kanalların sahibi olan kişiler genelde iş insanı. Dolayısıyla profesyonel hayatlarında da birtakım dengeleri gözetmek zorundalar. Gözeteni de var, gözetmeyeni de var ama genelde bu ön planda olacak şekilde ayrıştırıyorlar. Şu konuya şu kadar girelim şeklinde yönlendirmelere maruz kalıyorsunuz. Ya da bunu şu açıdan değerlendirelim dedikleri noktada kanal neyi istiyorsa onu yapıyorsunuz.
“Bana cesur ve dürüst davranmadılar”
En son çalıştığınız A Haber’den ayrılma sebebiniz nedir?
A Haber’den ayrılma sebebim esasında bir yorulmuşluk ve tükenmişlikten kaynaklanıyor. ATV’de çalıştığım dönemde çok mutluydum, hiçbir sıkıntı yoktu. Fakat o dönemde ülkenin geçirdiği siyasi krizlerle birlikte birtakım farklılaşmalar oldu. Kanalın el değiştirmesi gibi, çok detaylara girmeyeceğim bu konuda. Ayrılma sebebim aslında bir anlamda bana cesur ve dürüst davranmamış olmaları. ATV’de o dönem yaptığım kahvaltı haberleri programı haziran sonu gibi tatile giriyor, eylül ayı gibi tekrardan başlıyordu. Aradaki süreçte de biz izin yapıyorduk. İzinden döndüğümde kanalın prototipinde yer almasına rağmen o programı bir türlü başlatamadılar. Neden başlayamadığımızı yöneticimize sordum. “Ya işte dur bakalım, bir takım tasarruf planları var” gibi kaçak cevaplar aldım. Bir süre daha bekledik. Tabii bu arada da kanal içinde dedikodular yayılmaya başladı. Kahvaltı haberlerini artık Ebru değil de bir başkası yapacak gibi. Ben de eğer böyle bir durum varsa bir an önce karar verilmesi gerektiğini söyledim. Yine oyalayıp idare etmeye çalıştılar.
Bu sırada açıkçası çok fazla yıprandım. Yavaş yavaş sektörden soğumaya başladığımı fark ettim. Halbuki bana, artık kahvaltı haberlerine yeni bir arkadaşla devam edeceğiz, yeni bir soluk istediklerini söylemiş olsalardı anlayışla karşılardım. “Belki seni A Haber’e alacağız” dediler ama ne yapılacağına dair hiçbir şey paylaşmadılar. Ben de gidip genel müdür yardımcılarından biriyle konuştum. “Ne yapılacaksa yapılsın bir an önce ama ben ayrılmak istiyorum artık” dedim. Ortada verilmiş bir emek vardı. Beni çıkartın ama tazminatımı verin dedim. “Dur bakalım halledeceğiz” dendi. En nihayetinde ATV’den tazminatımı alarak ayrıldım. Ayrılık süreci beni çok kırdı. Benden sonra programı öğrencime teslim ettiğim gibi bir söylem yaydılar. İşin esası bu değildi. Ben tabii ki öğrencime bir yayını emanet etmekten gurur duyarım. Ama durum böyle değildi. Herkes çalıştığı yerden ayrılabilir bu olağan bir durumdur, ancak bir insana tükenmişlik sendromu yaşatacak bir şekilde bunu yapmak doğru bir yaklaşım değil. Bu yaşadıklarım yayıncılık kariyerimi bitirmeme sebep olan en önemli etkendi. Artık bu tip oyunları oynayanları, kaçak dövüşüp dürüst davranmayanları hayatımda görmek istemiyordum.
Son olarak geçtiğimiz aylarda medya için çok önemli bir isim olan Halit Kıvanç’ı kaybettik. Kendisiyle tanışma ya da çalışma fırsatınız olmuş muydu? Halit Kıvanç’ı bir meslektaşınız olarak nasıl anarsınız?
Halit ağabeyle TRT’den tanışırım. Ben mesleğe yeni başladığımda o bir duayendi ve hafta sonu programlar yapardı. Kendisi inanılmaz enerjik bir insandı. Yani o enerjisini hiç kaybetmedi tanıdığım yıllar boyunca. Çok sıcaktı, sevecen biriydi. Yönelttiğin herhangi bir soru asla cevapsız kalmazdı Halit ağabeyde. Gerçekten önemli birini kaybettik. Profesyonel mesleği olmamasına rağmen sunuculuk anlamında ülkenin mihenk taşlarından biriydi.
E-Bülten Kaydı
Gelişmelerden haberdar olun.