“Benim Verim Benim Kararım”
Newslab Mutfak
Tarihin en başında insanlar hakkında kayıt alma ve bilgi edinme ihtiyacına göre inşa edilen sistem teknoloji ilerledikçe gözetlemeyi de beraberinde getirdi. İlerleyen süreçte ortaya çıkan veri tüccarları ise insanların çevrimiçi davranışlarını izlemeye ve bilgilerini toplamaya başladı. Toplanan bu veriler gizlilik ihlali, güvenlik endişesi gibi konuları da beraberinde getirdi. Dr. Öğretim Üyesi Murat Uluk, çevrimiçi mahremiyet ve gözetim hakkında konuştu.
Ege Kürkcü: Hocam öncelikle hoş geldiniz. Gözetim ile ilgili bir soruyla başlamak istiyorum. Gözetim, insanları denetim altında tutma hangi ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya çıktı?
Murat Uluk: Tarihsel olarak baktığımız zaman insanlar hakkında bilgi toplama ihtiyacı M.Ö. 4.yy’a kadar dayanıyor. O zamanki gözetim daha çok insanlar hakkında bilgi toplama, kayıt altına alma ve ihtiyaca göre kullanma üzerine inşa edilmiştir. Sun Tzu’nun Savaş Sanatı adlı kitabına baktığımızda orada da düşman hakkında bilgi toplamanın ne kadar önemli olduğundan bahsedilir. Gözetlemeden bilemezsiniz, bilmezseniz karşı tarafa nasıl bir davranış sergileyeceğinize karar veremezsiniz.
Bin yıl öncesine baktığımızda da Avrupa’da bilgi toplama durumu vardı. Veba hastalığı olan ve olmayanlar hakkında kayıtlar tutulduğunu görüyoruz. Foucault’nun gözetim, tahakküm ve denetim üzerine çeşitli çalışmaları var. Son yüzyıla baktığımızda ise gözetimin daha ticari amaçlı gerçekleştiğini görüyoruz. Kullanıcılardan daha fazla nasıl verim alınacağı, bunun nasıl paraya çevrileceği üzerine bir dönüşüm var. Tabii ki diğer alanlarda da gözetim devam ediyor fakat ticari boyutta hiç olmadığı kadar yüklü bir gözetimden bahsediyoruz.
Umut Yiğit: Gözetim mekanizmaları olmasaydı tarih yazımı sekteye uğrardı diyebilir miyiz? Bu kayıtları edinme vs. tarih yazımını da etkilemiş olabilir mi, gözetim olmasaydı bu olur muydu?
M.U: Olurdu tabii. O daha farklı bir amaç doğrultusunda yapılmıştır, ben biraz daha ticari kısmına bakıyorum. Mesela tüketici hakkında bilgi toplamak için neler elde etmişler. Örnek vermem gerekirse, telefonun icadını düşünelim. Telefon ilk çıktığında ve telefon kabloları döşendiğinde, insanlar kaldırımda yürürken bu kablolarla dinleneceklerini düşünmüşler. İnsanlar bu yüzden ne konuştuklarına dikkat etmişler. Aslında buradaki dinleme ticari amaçlı değil, disipline etmek için kullanılıyor. Fonograf ilk çıktığı zaman insanlar ne konuştuklarına dikkat ederlermiş. Çünkü ses kaydı alıyor ve ahlaki bir etki yaratabiliyor. Fakat bu linç yiyor ve buna şeytan icadı deniliyor. Bir süre sonra ise bunlar insanların içini daha fazla nasıl öğrenebilirim noktasına doğru kayıyor.
U.Y: Peki, reklamlar ile nasıl bir ilişkisi var?
M.U: 1900’lü yıllarda orta-üst sınıfa ürün satacak olan firmalar belli plaketler basıyor ve bunlarla insanları sınıflandırmaya başlıyor. Bu kişi taksitini ödeyebilir veya bu ödeyemez diyerek gruplandırmalar yapılıyor. Reklam, gözetim kapitalizmi dediğimiz kavramlar bu sayede doğuyor. Daha sonra ise farklı firmalar alışveriş geçmişlerini bu tarz plakalara basmaya başlıyor. Böylelikle kayıt oluşturup, stok durumlarına bakıyorlar ve kişiye özel pazarlamalar yapmaya başlıyorlar. 1940’lara gelindiğinde İngiliz bir psikolog olan Hans Eysenck, kişilikleri soyut alandan somut alana döndürmeye çalışmış. Nevrotik insanlar, duygusal olarak istikrarlı insanlar gibi çeşitli kategoriler oluşturuyor. Bu araştırma, pazarlamacıların ve araştırma şirketlerinin çok hoşuna gidiyor. Şirketler insanları bu şekilde kategorilendirmeye başlıyor. 1950-60’lardan sonra pazar araştırmacıları, insanların hangi ürünleri aldığına dair verileri topluyor ve sınıflandırıyor. Ucuz ve pahalı ürün alanlar, bu kişilerin satın alma davranışları ve duygu durumları kategorize ediliyor. Reklam şirketleri de bu pazar araştırmalarını topluyor ve bunlara göre kitlesel reklamlar çıkarıyor.
Biraz daha ilerlediğimizde, kredi kartı kullanımının yoğunlaşmasıyla veriler dijital bir ortama taşınıyor. 90’lı yıllarda sadakat kartlarının ortaya çıkmasıyla, hangi ürünlerin alındığı daha bilinir hâle geliyor. Alınan ürünlerin bilinmesi de çeşitli çıkarımlar yapılmasını sağlıyor. Mesela kişi bebek bezi alıyor, firmalar altı hafta sonra bunun biteceğini öngörüyor ve kişiye bununla ilgili çeşitli broşürler gönderiyor. Aslında bu ürünü sana pazarlıyor ve seni anne-baba gibi bir kategoriye koyabiliyor. Bunların hepsi bizim fiziksel olarak sunduğumuz veriler. İnternetle birlikte insanların içsel verileri doğrudan ortaya çıkmaya başladı ve bu reklamcılar için muhteşem bir durum. Örneğin Google’da bir mail hesabı açtığımızda ad, soyad, cinsiyet gibi bilgileri belirtiyoruz ve bunlar bilinmeye başlıyor. Fakat nerede olduğumuzu her zaman söylemiyoruz, bu veriyi karşı tarafa sunmuyoruz ama onlar bizi takip ederek bu veriyi gözetiyor. İnternet öncesi dönemde asla erişilemeyecek bilgiler vardı ve bu sayede yapılan alışveriş sorulduğunda kişi daha pahalı bir markadan alışveriş yaptığını söyleyebiliyordu. Sadakat kartları ve internet ortamında ise bu yok, çünkü her şey kayıtlı durumda. Bütün işlerimizi telefondan yapabiliyoruz ve bu bizi tamamlıyor. Bunu dışarıdaki kamera gözetiminden ayıran ise bir AVM’ye gittiğimizde bizi çeken kamera sadece yürüdüğümü görür, içimdekileri değil. Fakat biz beynimizden geçen her şeyi telefona yansıtıyoruz veya yansıtmasak bile sergilediğimiz davranışlar üzerinden neler hissettiğimiz anlaşılıyor. Dört duvar arasındasın, kimse seni gözetlemiyor ama telefondan öyle bir şeye bakıyorsun ki, o senin hakkında inanılmaz bir çıkarım yapıyor.
Gözetimin çok ağırlaşması ve benliğimize işlemesi ise bu teknolojiler aracılığıyla oluyor. Reklamcılar için bu mükemmel bir alan. Örneğin siz biraz daha nevrotik bulgulara sahipsiniz ve güvenlik endişeniz var. Bu durumda bir sigorta şirketi duygu durumunuza göre size çeşitli öneriler sunmaya başlıyor.
U.Y: Telefonun yanında bir konu konuştuğumuzda Instagram’da konuştuğumu z konuyla ilgili reklam çıkıyor. Bu mekanizma nasıl işliyor?
M.U: Doğrudan bilmiyorum ama insanlar kesinlikle dinlendiğini düşünüyor. Zamanında akıllı televizyonun da sesi dinlediği ve bunu iş ortaklarıyla paylaştığı biliniyor. Telefonların doğrudan dinlenmesi ürkütücü ama daha ürkütücü olanı sizi dinlemeden sizin bir sonraki konuşacağınızı tahmin edebilmesi. Bütün endüstri tahmin üzerine ilerlediği için orası daha korkunç. Diyelim ki sizinle tatil konuştuk ve akşam önüme tatil reklamı çıktı. Bu reklam konuştuğum için mi çıktı yoksa bunu konuşacağımı bildiği için mi? Ben ne konuştuğumuzu tahmin edip onu çıkardığını düşünüyorum. Aslında çok fazla parametre var. Mesela şarjınız azalıyor ve mobil uygulama şarjınızın ne kadar kaldığını görebiliyor. İhtiyacınızı ona göre önünüze çıkarıyor ve fiyatlandırma yapıyor. Bunlar sizi manipüle eden şeyler.
U.Y: İşin teknik boyutunu da merak ediyorum. Algoritma belli bir koşullanma ilişkisi gibi herhalde.
M.U: Google internet reklamcılığından iki yüz milyar dolar gibi bir gelir kazanıyor ve bunun yüzde sekseni reklamlar üzerinden. Sektör inanılmaz ve giderek genişleyen bir sektör. Mesela programatik reklamcılık çok konuşulan bir alan değil ama iki yüz elli milyar dolarlık bir ticari dolaşımı var, reklamın borsası gibi. Arz ve talep edenler var. Arz dediğimiz, bir haber sitesinin alanları var ve bunlar satışa çıkarılıyor. Karşı taraf ise talep eden bir firma. Arz ve talebin buluştuğu noktada reklam ortaya çıkıyor. Daha önce bıraktığımız izlere göre hepimize farklı firmalar çıkıyor, bu alanda da maliyet tıklama üzerinden gerçekleşiyor. Platform aracılığı ile satan- alan birleşmesi sağlanıyor. Bu algoritmalar üzerinden işleniyor ve algoritmayı çalıştıran da veri. Veri olmazsa algoritma çalışamaz ve kendini geliştiremez. Ayrıca veri platformları var.
Örneğin ben bir reklamı belli kriterlerdeki kişilere göndermek istiyorum. Bunu göndermem için benden bir ücret talep ediyor, daha da özelleştirmek istersem fi yat artıyor. Ben şirketten veri talep ediyorum ama kullanıcı bundan haberdar değil. Veri tüccarları dediğimiz ise verinin alım-satımıyla para kazanan ve işini bunun üzerine kuran firmalar. Hepsinin farklı yerlerden aldıkları sinyaller var. Ayrıca siz kendinizi yüz kategoriye ayıramazsınız ama o sizin için yapıyor. Savunurken “veriler anonim kalıyor” diyorlar ama filtreleme ve özelleştirme yaparak alanı daraltabiliriz. Bu durumda ise anonimlik ortadan kalkıyor. Veri tüccarları verileri çeşitli televizyonlar ve medya şirketlerinden alıyor, daha sonra ise bu verileri satıyor. Ellerinde olan verileri bir araya getirerek farklı anlamlar çıkarıyorlar ve bunları satıyorlar.
“Girdiğiniz bütün sitelerden verileriniz alınıyor ve yaptığınız eylemler sonucunda kişiliğiniz tahmin ediliyor.”
U.Y: Veriyi şirketlerden kendimiz talep edip, alabiliyor muyuz?
M.U: Bu Türkiye’de var mı bilmiyorum ama yurt dışında var. Bir web sitesine girdiğinizde, site içinde neye baktığınız kontrol ediliyor. Girdiğiniz bütün sitelerden verileriniz alınıyor ve yaptığınız eylemler sonucunda kişiliğiniz tahmin ediliyor. Daha sonra ise sizin hakkınızda bir gölge profil oluşturmaya başlıyor. Şirketin hizmetini doğrudan kullanmasanız bile ürün siz oluyorsunuz. Platformlar kendilerini bedava kullanmamızı istiyorlar ki gizlilik sözleşmelerine baktığımızda güçlü yaptırımlar olsun. Para verdiğimiz hizmetler de bizi gözetliyor. Spotify’ın çok büyük bir gözetim aracı olduğu ve 2018 yılında Facebook ile işbirliği yaptığı biliniyor. Facebook 2018 sonrası bu işbirliklerini sonlandırdı ama almak istediğini aldı, algoritmalarını eğitti ve bunun üzerine inanılmaz bir imparatorluk kurdu.
Mesela Netflix sevip sevmediğimiz her şeyi biliyor. Ayrıca iş ortaklarından bahsederek, iş ortaklarımızdan sizin hakkınızda veri toplayabiliriz diyor. Fakat iş ortağının kim olduğunu söylemiyor. Bu verileri toplayabilirim ve hassas veri olmadığı sürece topladığım bilgileri kendi iş ortaklarımla paylaşırım diyor. Biz burada nesne konumuna geçiyoruz ve alınıp, verilen bir şey haline geliyoruz. Nerelerde geziyorum, hangi iş ortaklarının elindeyim, bir fikrim yok. Benlik burada savunulması gereken bir noktada oluyor. Kimlik bilgileriniz sizden habersiz alınsa bu sizi rahatsız eder ama internette bu görmezden geliniyor. Şu an ne olacak diyorsun ama yarın başına bir şey geldiğinde ‘bu neden oldu’ diyebiliyorsun.
O yüzden bunların en baştan durdurulması gerekiyor. Peki bireysel çabayla bu ne kadar düzeltilebilir, bunun sorumlusu biz miyiz? Sistemi biz yaratmadık, çözüm kaynağı değiliz. Bu beni gözetliyor, bunu kullanmayayım diyemezsin. Başka bir alternatif yok. Bu yüzden kişisel verilerin kontrolünün bizde olması gerekiyor. Hangi bilgiyi paylaşacağıma ben karar vermeliyim. Platformlar mahremiyetin önemli olmadığını söyleyerek insanların her şeyi paylaşabilmeleri gerektiğini söylüyor ve ardından insanların paylaşımlarını izlemeye başlıyor. Bu mahremiyetin ticareti oluyor. Duygu durumunuz kötüyken önünüze bir otel reklamının çıkması bizi manipüle edebilir. O reklama isteyerek mi tıklıyorum yoksa zafiyetim mi kullanıldı bilinmeyen bir durum ama herkes bunu ister gibi bir durum yok.
Cem Çalışkan: Siyasi partilerin verileri kullanıp bizi kampanya sürecine dâhil etmesi. Bu bilgiler devletle nasıl paylaşılıyor? Mesela bunun örneği Cambridge Analytica’da var.
M.U: Cambridge Analytica bütün Facebook verisini sızdırmadı ama ona rağmen mükemmel bir planlama yaptı. Facebook’un reklam kütüphanesinde, hangi partinin nasıl reklam çıktığına baktım. Devlet gözetimine baktığım zaman, ben doktora tezimde Aral Balkan ile görüşmüştüm ve o bir örnek vermişti. 1930 yılında Hollanda’da bir nüfus sayımı yapıldığını ve ad, soyadı, din bilgilerinin alındığını söyledi. Fakat Naziler, Hollanda’ya girdiklerinde o listeyi ele geçirip bütün Yahudileri topladı. Aslında o amaçla yapılmadı ama o amaçla kullanıldı. Yani böyle bir sonuç da yaşanabilir, bugün olmaması yarın olmayacağı anlamına gelmez.
U.Y: Ben programları Torrent’ten indiriyorum ve sen bana “yarın öbür gün kendini videolarda görürsün” demiştin. Ben ondan sonra korkmaya başladım.
M.U: Bunu söyleme sebebim, onu yapan kişi de bir çıkar sağlıyor. Adobe programlarına baktığımızda 2005 yılında bir program beş yüz dolar civarındaydı, şu an ise bütün program iki bin liraya veriliyor. O zaman dolarken şimdi neden TL bazında isteniyor? Çünkü o da bir veri şirketi olmaya başladı ve senin üretime devam etmeni sağlamaya çalışıyor. Akıllı araç aldığınızda şirkete para kazandırmaya devam ediyorsunuz ve asıl para buradan kazanılıyor.
Adobe uygulamalarının da şu an yaptığı bu, programı satıyor ve kazanıyor. Ayrıca uygulamayı kaçta açtığın, kapattığın gibi çeşitli verileri topluyor. Daha sonra eğittiği algoritmalarla bir anlam çıkarıyor ve gelirlerinin bir kısmını buradan elde ediyor.
U.Y: Algoritmaların nasıl çalıştığını da merak ediyoruz, bunu biraz açabilir misin?
M.U: Algoritmaların şeffaflığı büyük bir sorun. Aslında bizim istediğimiz verinin iznini vermemiz ve algoritmaları görebilmemiz gerekiyor. Telefonlarımız bu sistemleri kaldırabilecek seviyelerde fakat bilgilerimiz hiç bilmediğimiz ülkelerdeki sunucularda. Mesela belki de üç ay sonra mide ile ilgili bir sorun yaşayacaksın, sen bunu bilmiyorsun ama o sunucu biliyor. Teknoloji benim değil başkasının çıkarları doğrultusunda çalışıyor. Bütün sistemler birinin çıkarı için çalışıyor, çünkü bunlar para kazanmak için kullanılıyor.
“Gizlilik sözleşmesi, oyun yüklerken bastığımız “Next” işlevini görüyor. Okuduğunuz iş ortakları ise bizim için hiçbir anlam ifade etmiyor.”
Eren Kurt: Verilere ulaşıldığı söyleniyor ama perde arkasında bu verilerin ne olduğunu bilmiyoruz. Belki bir telefon numarası veya TC kimlik numarası. Bu işin bir perde arkası var mı?
M.U: Bunu bilmiyorum ama kimin denetlemesi gerektiğini biliyorum. Kişisel Verileri Koruma Kurumu’nun şirketleri vb. denetlemesi gerekiyor. Fransa’da bir veri koruma kurumu var ve bu birim ‘hakları ihlal etmişsin’ diyerek milyar dolarlarca ceza veriyor. Bu cezalar caydırıcı oluyor, bizde ise cezalar caydırıcı olmadığı için şirket parayı ödeyip veriyi kullanmaya devam edebiliyor. Büyük bir olay yaşanmadığı sürece de denetleme olmuyor. Teknoloji gelişiyor, yasalarsa daha geç gelmeye başlıyor. Böyle bir durumun olacağı öngörülemediği için geride kalınıyor.
Mesela internet reklamcılığı son yirmi yıldır insanları belli kategorilere ekleyip, reklamlar sunuyor. Avrupa Birliği’nin kişisel verilerin korunmasıyla ilgili çeşitli direktifleri var ama Türkiye’de süreç daha yavaş ilerliyor. Sunucuların Türkiye’de olması ve veri aktarmamaları gerekiyor. Çoğu platform açık rıza almadan kullanıcıların verilerini topluyor. Bunun için suç duyurusunda bulunulabilir ama buna bakacak savcı bilgi sahibi olmadığı için boş ver diyecek ve konu arada kaynayacak. O yüzden devlet kurumlarının kendi içlerinde birilerini yetiştirip, konu üzerine bir şeyler yapmaları gerekiyor. Çünkü belli sorunlar üzerine yasal yaptırımlar olursa bunlar denetlenir. Hiçbir şey yapmazsan ve ceza vermezsen olmaz. Aslında kurumlar da sıkıntılı, bu kurumlar Google ile işbirliği yapıyor. Kişisel Verileri Koruma Kurumu ve Google, yapay zekâ üzerine işbirliği ve seminer yapıyor. Avrupa’da internet ve çocuk diye bir seminer yapılıyor ama sponsoru Facebook. İnternette çocuk güvenliği üzerine bir seminerde Facebook’un sponsor olması son derece düşündürücü.
U.Y: Bir de çerezleri kabul et kısımları var. Çok küçük bir hayır butonu var ve çoğu zaman hayır diyemiyorsun.
M.U: Çerez dediğimiz aslında bir metin dosyası. Web sitesine girdiğinizde cihazınıza o metnin dosyası yerleşiyor ve yaptığınız her işlem kayıt altına alınıyor. Çerez sahibi ise bu verileri elde ediyor. Mesela A sitesine girdiğinizde B sitesine ait bir çerez, A sitesinde yer alıyor. B’nin çerezi ise sizin cihazınıza yerleşiyor ve sizin ne yaptığınız görülebiliyor. Üst veri kısmında ise ekran çözünürlüğü vb. bilgiyi elde ediliyor. Bu tarz birçok üst veriyi alıyor ve bunları çerezde saklayıp daha sonra kendi sunucusunda görebiliyor.
Gizlilik sözleşmesi, oyun yüklerken bastığımız “Next” işlevini görüyor. Okuduğunuz zaman ise iş ortakları diyor ama bu hiçbir anlam ifade etmiyor. Genel tavırları ise bu siteye girerek kabul etmiş sayılırsınız yönünde. Öncesinde konuyla ilgili bir bilgimiz olmuyor ama girdiğimiz için kabul etmiş sayılıyoruz. Aslında hepsi bir dayatma üzerine, ne olursa olsun her şeyin kabul edildiği bir ortam olarak görülüyor. Bu rahatlık yasal düzenlemelere kadar vardı, 2018 yılından sonra ise yavaşça değişmeye başladı. Açık rızanı almış gibi olmak için sitelere kabul et butonu koydular ve bunu her sene biraz daha geliştiriyorlar. Kabul et ve çerez ayarları diye bir alan koyuldu, reddet butonu ise daha saklı bir yerde duruyor. Sayfaya zaten bir amaç girdiğiniz için gördüğünüz anda kabul et butonuna tıklıyorsunuz. Bu etik açıdan sorunlu bir durum ve sizi yönlendiriyor. Siz butona kendi rızanızla bastığınızı düşünebilirsiniz ama iki buton eşit koşullarda değil. Sıradan bir kullanıcı çok iyi medya okuryazarı olmak zorunda değil. Sistemin bunu denetlemesi gerekiyor, dediğim gibi hiçbir şeyin sorumluluğu bize ait değil. Peki, reddet butonuna bastığımızda bu gerçekten çalışıyor mu, tabii ki hayır. Bir buton var ve bunu kurumdan bağımsız denetleyecek kimse yok. Ben hayır desem bile o çerezi koyuyor ve bunu denetleyecek kimse yok. Çok sabit denetleme yöntemleri ve platformlar var. Tarayıcı üzerinden sağa tıklayıp, çerezleri inceleyebilirsiniz. Sistem önerildiği gibi çalışmıyor ve bu suç oluyor. Türk Ceza Kanunu’nun 135-136. Maddesinde “Bir kişinin habersiz bilgisini almak, başkasıyla paylaşmak suçtur. 2 yıla kadar hapis cezası vardır.” der. Bunun çevrimiçi bir karşılığı yok ama aslında aynı şey. Sizden habersiz evinize girip, bir belgenizi kopyalayıp dağıtsam bu suç ama bu internette olunca umursanmıyor. Potansiyel tehlikeyi görmediğimiz için olsun diyoruz ama yarın ne olacağı belirsiz.
Bu aralar herkes WhatsApp’tan +91’den telefon araması geliyor diyor. Neden geliyor, belki de zamanında bilgilerimiz bir yerden sızdığı içindir. Ticari firmalardan da sızmış olabilir devletten de. Doğrudan bizi etkilemesine gerek yok, çevreyi de etkiliyor olabilir.
U.Y: Peki bu durum nereye gidecek, bir öngörü üretebilen var mı?
M.U: Belli kurumların daha aktif çalışmasıyla bu sorun çözülebilir. Bu aslında teknolojik olarak basit bir şey. Verinin sadece senin cihazında olması ve senin faydana çalışması sağlanabilir. Asıl soru, sistemlerin kimin çıkarına çalıştığı. Çünkü veri senin cihazında olduğunda, izin vermediğin takdirde firmalar bunu göremeyecek ve zarar edecekler. Ayrıca algoritmanın reklam alanındaki çalışma prensibi bir şey satmak üzerine, toplumsal faydayı sürekli kaçırıyoruz. Mesela akıllı saat gece kalp ritminizi tutuyor, bunun sana şu anlık bir faydası yok ama verinin paylaşıldığı şirket için pazarlama nesnesi oluyor. Buradaki düzene göre ileride kalp krizi geçirme riskim var ama bundan haberdar değilim. Bu veri tamamen başka amaçla kullanılıyor. Bu veri yüzünden normal insanlara bin lira çıkabilecek hayat sigortası, kalp krizi geçirme ihtimali olan kişinin önüne 2 bin lira olarak çıkıyor. Bankalar, sigorta şirketleri de veri tüccarlarıyla çok fazla iş yapıyor. Mesela kişi kredi almadığında sorunu başka bir yerde arayabilir ama o veri kullanıldığı için bu mağduriyeti yaşıyordur ve bundan haberdar bile değil. Bu yüzden bunların kendi cihazımızda olması daha iyi olacak.
U.Y: Bu durumda devlete her zamankinden daha çok mu ihtiyacımız var?
M.U: Biraz daha sıkı denetim ve biraz daha bağımsız platformlarla sorun çözülebilir. Sivil toplum kuruluşları insanlara önayak olabilir. Mesela Ankara’da, belediye aracılığıyla yemek sepeti gibi bir uygulama açıldı ve buna direkt belli firmalar tepki gösterdi. ‘Komünizme mi gidiyoruz, siz neden açıyorsunuz’ diye. Böyle alternatiflerin olması iyi olabilir ama gözetim hiçbir şekilde olmayacak. Bu tarz alternatifler ve toplumun çıkarına yönelik yazılımlar kurtarıcı olabilir. Tabii bir yandan da denetim olması gerektiğini ve yasaların doğru şekilde uygulanması gerektiğini düşünüyorum. Ben şu an kanunda yazanlara göre bunların etik ve yasal ihlal yaptığına dair bin tane yasa çıkartabilirim. Yasa olarak bunların karşılığı var ama kimse bunun hakkında suç duyurusunda bulunmuyor. Bunlar düzgün şekilde denetlenmeli.
E-Bülten Kaydı
Gelişmelerden haberdar olun.