Atatürk’ün Muasır Medeniyet Yolculuğu: Modern Türkiye’nin Ardındaki Vizyon
Fikriye Yılmaz, Sedat Erol
Selanik’te rasyonalist ve pozitivist etkilerle büyüyen Atatürk, her fırsatta bilim ve teknolojinin önemini vurguladı. Bir ülkenin ancak bu gelişmelerle ilerleyebileceğini düşünen Atatürk, bilimsel gelişmeyi destekleyecek çeşitli adımlar attı ve bilime dayalı bir Türkiye inşa etmeye çalıştı. Gazeteci ve yazar Orhan Bursalı, Atatürk’ün yaratmaya çalıştığı ülkeyi ve Türkiye’nin bilimde, teknolojide geldiği son noktayı anlattı.
Atatürk’ün rasyonalist ve pozitivist okumaları var, bilim ve teknolojiyi çok seviyor. Siz bu bakış açısı için bir şeyler söylemek ister misiniz?
Atatürk Selanik’te doğdu ve orada çok farklı bir atmosfer vardı. İstanbul’a gelmeyen kitaplar, dergiler oraya geliyordu. Atatürk işte böyle bir atmosfer içinde büyüyor ve çok da meraklı biri olduğu için sürekli okuyor. Aynı zamanda çok iyi öğretmenleri olduğu için orada önemli kitaplarla karşılaşıyor, bilimle tanışıyor. Bu açıdan baktığımızda Atatürk’ün bir bilim ve vatan aşkı var. Ülkesini çok seviyor ve ülkesi zor durumda. Osmanlı İmparatorluğu dağılıyor, Avrupa’da yeni bir dünya kuruluyor. Bilim ise çok geride kalmış, Osmanlı’ya 1715’e kadar girmemiş. Osmanlı’nın o zamanki çöküşü Karlofça, Pasarofça antlaşmalarıyla başlıyor. Bu anlaşmalar yüzünden Osmanlı topraklarının bir kısmını parça parça Avrupa’ya devretmek zorunda kalıyor. O aşamada ise ordu nasıl ayakta kalacağını düşünmeye başlıyor çünkü karşılarındaki Avrupa orduları Osmanlı’yı sürekli yenilgiye uğratıyor. Karşı tarafın topu, tüfeği, anlayışı çok farklı ve Osmanlı’nın alışık olmadığı bir düzende. Çünkü orada bilim, teknoloji, düşünce devrimi olmuş ve çok önemli buluşlar patlamış. Avrupa’da yeni hayat ve kuruluş dönemi başlıyor. Osmanlı’nın da ilk düşüncesi “biz de orduyu buna göre düzenleyelim” oluyor. Osmanlı’nın o dönemdeki bir numaralı aydını olan İbrahim Müteferrika’nın neler yapılmasını gerektiğini tavsiye ettiği kitapları var.
Matematik, fen, top nasıl atılır bütün bunlar hakkında bir mühendishane kuruluyor. Teknoloji alınıyor ama arkasındaki bilimsel gerçeklerle bir ilişki kurulamıyor. Bilim insanınız olması gerekiyor ama Osmanlı’da doğru dürüst bilim insanı yok. Osmanlı’nın aydınlarına bakıyorsunuz o zamanki bilimsel gerçeklerle bildiğimiz, bilimsel devrimlerin temellerini atanlar diye okuduğumuz insanlar hakkında hiçbir bilgi yok. 1850’lerden sonra bir takım Osmanlı aydınları bu gerçeği görüyor ve yazıp çizmeye başlıyor. Atatürk aynı zamanda bunlarla büyüyor ve bilimin önemini farkına varıyor. Fransız devrimini okuyor ve oradaki fi kirleri anlamaya başlıyor. Bilimle tanışması ise giderek mükemmelleşiyor. Onları okudukça, büyümekte olan genç bir Avrupa uygarlığının hangi temeller üzerinde geliştiğini görüyor ve Osmanlı’da bunların hiçbirinin olmadığını fark ediyor. İşte bu yüzden bilim ve teknolojiyle bu kadar erken tanışıyor. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’ndan önce eğitimin ve bilimin önemine vurgu yapan sözler söylüyor.
Sakarya Meydan Muharebesi’nden önce öğretmenlerle bir araya gelen Atatürk, orada bilimin önemi hakkında konuşmalar yapıyor. Savaş sırasında bile ülkenin ancak bilim temelinde yükseleceğini söylüyor. Aslında Atatürk’ün aklında yeni Türkiye’nin kuruluşu, Cumhuriyet düşünceleri o zamanlardan var. Bu işin imparatorlukla gitmeyeceğini çok erken fark ediyor ama bunu dile getirmiyor ve hepsinin zamanı gelince olacağını düşünüyor. Bilim ve eğitimin temelinde yükselecek Cumhuriyet fikri 1915’lerden sonra iyice şekilleniyor. Samsun’a çıkmadan önce, çıkarken aklında hep bu fikirler var. Yani Avrupa’daki yükselen devletlerin ve onların başarılarının temelini bir esinlenme olarak tasavvur edebiliriz. Yeni Türkiye’yi kurarken ise bunları temel araçlar olarak kabul ediyor.
“Toplumu dönüştürmek en zor işlerden biri. Biz ise toplumu hâlâ dönüştürebilmiş değiliz ve bunun acısını çekiyoruz.”
Peki, kurulduktan sonra bu bilim ve teknolojik gelişmeleri engelleyen, bunun tamamını yansıtamamasındaki temel sebep sizce nedir?
Teknoloji üretmek zor bir olay ve bunun için bilgi birikimi, atmosfer ve altyapı gerekiyor. Mesela Atatürk’ün en son devrimlerinden biri Darülfünun’dur. Atatürk bir üniversite kurmak için olgun koşulları beklemek zorunda kalıyor. Çünkü bir üniversite kurmak için önemli bir insan gücüne, değerlere, bilimi bilen ve üreten insanlara ihtiyaç var. Darülfünun’a ise hep bu gözle bakıyor ve inceliyor. Atatürk en son ziyaretinde hocalara yabancı bilim dergilerinde kaç makalelerinin yayımlandığını ve bunlara hangi bilim insanlarının atıf verdiğini soruyor. Aslında bu nasıl bir üniversite ve ülke yaratmak istediğinin en somut ifadesidir.
Bugün bile akademide bunu bu kadar dert etmeyenler var. 100 yıl öncesinden bunu dert etmiş.
Şüphesiz, çünkü durup dururken böyle bir şey olmayacağının kendisi de farkında. Bu sahip olduğunuz insan gücüyle ilgili bir durum. Atatürk’ün gençleri ülke dışına göndermesi, çeşitli bilim alanlarında üniversite eğitimi aldırması da bunu kanıtlıyor. Ülke böyle koşullar ve insanlar yaratma amacı taşıyor. En son el attığı üniversiteye gidip bu konuşmayı yaptıktan sonra, Darülfünun’u bir uzmana inceletiyor.
Avrupa’da, Amerika’da gerçekten iyi yetişmiş bilim insanları var. Çünkü bilimin temelleri oralarda 1500-1600’lere kadar gidiyor. 1600’lerde ilk üniversite olan Fransız akademisi kuruluyor ki İngiltere’de bulunan akademi de bambaşka bir atmosfer var. Dolayısıyla İsviçre’den kendi alanında çok otoriter biri getirtiliyor. Bu kişi bir yıl boyunca üniversiteyi inceliyor, raporlar sunuyor ve o raporlar doğrultusunda hareket ediyor. Tam o sırada Alman bilim adamları olayı patlak veriyor ve Türkiye içinde bulunduğu zor koşullara rağmen onların ülkeye getirilmesi için uğraşıyor. Üniversite onlarla birlikte şekillenmeye başlıyor, bir sürü hoca İstanbul Üniversitesi’nde görevlendiriliyor. Orada hatalar yapıldığını, bazı iyi değerlerin geride kaldığını söyleyen insanlar da var. Bu doğru olabilir ama önemli olan üniversitenin kurulması ve değerlerle hareket edilmesidir. Çünkü bunlar geleceğin bilim ve teknolojisini üreten bir neslini, kurumunu var etme çabasıdır.
Bilim ve teknolojiyi hemen üretemezsin. Bugün bile kurumlarımıza baktığımızda o kadar insan var ki. Şimdi ufak tefek önemli şeyler çıkıyor ama henüz büyük başarılara imza attığımızı söyleyemeyiz. İktidarın üniversitelere vurduğu darbe ve ideolojik yapılanma bilim insanlarını bezdirdi. Bilim ve teknoloji üretmek zor işlerden biridir ve büyük birikimler gerektirir. Atatürk bu konuda başarısız mı oldu, hayır. Gerekli koşulları yaratma konusunda başarılı oldu ve bunu görmek lazım.
Millet mektepleri, halk evleri, köy enstitüleri gibi çabalar da bunu gösteriyor.
Tabii. Onlar toplumu aydınlatma ve meraklı, akıllı gençlerimizi ortaya çıkarma yeridir. Halk evleri ve köy enstitüleri halk aydınlatılması için önemli yerler. Köy Enstitüleri ise bambaşka bir olay ve bunu onların dışında tutuyorum. Toplumda büyük bir yayın seferberliği başlıyor. Bunların hepsi tepeden olmak zorunda, devraldığınız nüfus Osmanlı İmparatorluğu’nun en geri nüfusu. Ermeniler, Yahudiler, Rumlar matbaayı bizden çok daha önce kuruyorlar ve çalışmalar yapıyorlar. Bizde ise Müteferrika’ya 1750’lerde izin çıkıyor ki o süreçte de sadece 20 kitap yayımlanıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Avrupa’da basılan kitapları karşılaştırdığınızda bizde sayılan kitapları tek tek sayabilecek durumdayız. Böyle büyük bir gerilik söz konusu ve Müslüman toplum ancak Cumhuriyet döneminde, Avrupa’da patlayan bilimsel devrimin mantığıyla neler olduğuyla karşı karşıya kalıyor.
1800’lerin sonundan 1920’lere kadar tabii ki kitap basılıyor ama bunlar çok kısıtlı bir çevrede kalıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nda okuma yazma bilenlerin oranı, Osmanlı paşalarının söylemlerine inanacak olursak yüzde bir bile değil. Cumhuriyetin aldığı okuma yazma oranı yüzden 10 olarak tahmin ediliyor. Türk alfabesine geçildiğinde bir gecede cahil kaldık deniyor ya millet zaten onu bilmiyor ki, milletin konuştuğu zaten Türkçe. Millet orada uygun diline kavuşuyor. Bunlar büyük devrimler ve toplumu dönüştürmek en zor işlerden biri. Aslında hâlâ dönüştürebilmiş değiliz ve bunun acısını çekiyoruz.
“Teknoloji üretmek zor bir olay ve bunun için bilgi birikimi, atmosfer ve altyapı gerekiyor.”
Sizin Bilim ve Teknoloji Dergisi’nde yazdığınız, bilimsel gelişmeleri anlatan yazılar olduğunu biliyoruz. Bilim ve teknoloji haberciliği konusunda söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Aslında bu önemli ve ben bunu 40 yıldır yapıyorum. Daha önce Günaydın Gazetesi ve çeşitli yerlerde yayın konseyi üyeliğine kadar bir sürü alanda çalıştım. Fakat bir süre sonra magazin ve siyasi magazin diyebileceğimiz şeylerle uğraşmak istemediğimi fark ettim. O zamanlar bilime de biraz ilgim vardı bu yüzden siyaset bilimi okudum. Cumhuriyet Gazetesi’ne bilim dergisi çıkartalım fikriyle gittim. Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji öyle doğdu ve tam 29 yıl oluyor. Hepsinin ciltleri Cumhuriyet Gazetesi’nin arşivinde ve portalında duruyor. Cumhuriyet daha sonra bunu kapattı ama bu önemli bir şeydi. Ben geriye doğru araştırmaya başladım ve Cumhuriyet Gazetesi’nin bilim anlatan köşeleri var. Gazete, Atatürk’ün bilimle ilgili mirasını devralmış ve popüler bilimi halka sevdirmeyi, duyurmayı, bilim iletişimi yapmayı gelenek haline getirmiş. Sonra ise bunu dergiye dönüştürdü, önemli bir nesil Cumhuriyet Gazetesi’nin Bilim ve Teknoloji dergisiyle büyüdü. Akademisyenlerin tartışma platformu oldu, önemli haberler ve gelişmeler orada duyuruldu. Cumhuriyet Gazetesi, Türkiye’nin yaptığı bilim politikaları konusunda bir platform olarak hizmet etti. Sonra devralan arkadaşlar dergiyi fazlalık olarak gördü ve çok maliyeti var diyerek kapattılar. Altı ay sonra Bilim ve Teknoloji Dergisi ortaya çıktı, bunun nedeni hem çalışanların hem dışarıdan dergiyi okuyanların bunu sürdürelim dayatmaları neticesinde oldu.
Ben hâlâ Cumhuriyet’in yazarıyım, dergi oradan koptu ve bir sürü kişinin desteğiyle yeniden yayımlanmaya başlandı. Tabii bedava verilen bir dergiyle para ile satılan bir derginin müşterileri farklıdır. Bir tanesini siz gazete aldığı için veriyorsunuz ve o da onunla birlikte alıyor, okuyor hatta onu sahipleniyor. Fakat parayla olunca özel olarak gidip alması, ücret ödemesi lazım. Biz dergide bütün bilimsel gelişmeleri izliyoruz, dünya haberleri ve bilim dergilerinden geniş bir tarama yapıyoruz. Bütün yerli ve yabancı gazetelerin bilim içeriklerini alıp duyurmaya çalışıyoruz. Yorum köşelerimiz var, bilim ve teknoloji politikalarını çok önemsiyoruz. Türk üniversitelerinin kalitesinin yükselmesi gerektiğinin üzerinde sıklıkla duruyoruz, çünkü geleceğimiz orada. Üniversitelerin niteliğinin yükselmesi, iyi öğrencilerin yetişmesi, bilim ve araştırmaya ağırlık verilmesi çok önemli. Çünkü ya üretici ya da tüketici olacaksınız. Türkiye tüketici bir ülke ve bütün zorluklarımızın kaynağında bu var, her şeyi tüketmek.
Bilgisayarıma geçen aylarda bir iki kablo gerekiyordu, piyasaya baktım ve sektörle ilgili her şey yabancı. En ufak kabloyu bile üreten yok, milyarlarca doları dışarı aktarıyoruz ve bu utanç verici. Türkiye’de hiçbir şirketin bilim politikası ve teknoloji üretimi, salt kâr amaçlı olan şirketlerin eline bırakılmamalı. Devletin fiili olarak üretim için desteklemesi, üretmesi lazım ama bunu yapan yok. Bir savunma sanayi var ama onun da temelleri 1980-1990’larda atıldı. Çıkarma gemisi yaptılar, onu da sahillere ve kentlere çektiler. Millet ona girebilmek için kuyruklar oluşturdu. İHA üreten çok şirketimiz, 4-5 tane çok iyi şeyler yapan şirketler var ama genellikle Bayraktar şirketini duyuyoruz. Türkiye’nin ihtiyacını karşılamaları noktasında bu güzel.
Bizim bilim dergisine geri dönecek olursak askeri alandaki başarıların hiçbiri sivil alanda ve teknoloji üretiminde başarılamadı. Savunma sanayi konusunda bir bilgi birikimi vardı ve o desteklendi ama sivil alana yönelik projeler desteklenmedi. Bilgisayar sektörü vs. her şey tamamen yabancıların elinde ve biz tüketiciyiz. İleri, yüksek teknolojilerde üretici olmazsanız, tüketici ve müşteri olursunuz ve biz çoğu alanda müşteri konumundayız. Türkiye’nin batışlarının hepsi üretici olmamanın bir sonucu. Telefon ve ileri teknoloji araçları kullanarak çağdaş olmak mümkün değil, onları üreten birikimi yaratarak üretici olabilirsiniz. Asıl önemli olan insanları burada tutmak yoksa hepimizin cebinde son model telefonlar var ve hepimiz bu telefonları 3-5 yılda değiştiriyoruz. Yabancı markalar, giyim vs. böyle bir toplum yaratıldı, tüketim toplumu pompalandı. Amerika kendini uçak sanayii ve savunma alanında geliştirdi. Askeri alanını büyütmek için milyarlarca dolar batırdı ve bunu yaparken gözünü bile kırpmadı. Yetenekli insanlar başarana kadar desteklendi ve aslında her şey böyle yaratılır.
“Türkiye son 20 yılda gerekli koşullara sahip olmasına rağmen katma değer yaratacak bir şey üretemedi.”
Türkiye tüketim kısmında Amerika’ya benziyor gibi.
Amerika’da hem üretim hem tüketim var. Dünya çapında çok iyi üniversiteleri ve beyinleri var. Orada hâlâ iyi buluşlar yapılıyor ve Nobeller orada. Biz ise küçük Amerika bile olamadık, Amerika’nın tüketicisi durumunda kaldık ki zorluklarımız buradan geliyor. İleri teknoloji ihracatınızda ileri teknolojinin payı çok önemli bir gösterge olarak kabul edilir ve dünyada hep onlara bakılır. Bu ülke ne üretmiş, ileri teknolojide payı nedir vb. Türkiye yüzde 3-3 buçuk arasında dolaşıp duruyor. Çin’in yüzde 30’larda, diğer ülkelere baktığımız zaman ise Polonya’nın bile yüzde 20’leri geçmiş durumda olduğunu görüyoruz. Çin’in yüzde 30’lara varmasının temel etkeni hâlâ ileri ülkelerin önemli teknoloji ürünlerini orada üretiyor olması. Bugün Vietnam’ın da bizden fazla ihracatı vardır, teknoloji oraya kayıyor. Hızla kayarken kendi insanlarını ve üretimini de beraber gerçekleştiriyorlar, onu kuruyorlar. Çin 400 bin mühendisini, matematikçisini vb. Amerika’ya salmış ve yüzde 90’ını geri almış. Onlarla birlikte ihracatını yeniden şekillendirmiş ama biz bunu başaramadık. Çünkü çocuklar döndükleri zaman kendi alanlarında çalışabilecekleri, kendilerini geliştirebilecekleri bir atmosferin olmadığını biliyorlar. Üniversiteye gelecek ama üniversitenin şartları içerisinde heba olacak çünkü fon, para yok veya araştırması için gerekli malzeme ancak bir ayda Türkiye’ye geliyor. Dolayısıyla yurt dışına giden orada kalıyor. Siz burada onlara ortam yaratamazsanız boşuna dışarıya göndermeyin, dışarı gönderilmesini yasaklayın. Belki absürt bir şey söylüyorum ama gerçeğin altını çizmeye çalışıyorum. Türkiye son 20 yılda bunu yaratabilmek için gerekli koşullara sahip oldu ama katma değer yaratacak bir şey üretemedi. Diğer tarafta ise Çin’in altyapısı kendisini üreten, büyük değerler yaratan bir altyapı.
Atatürk’ün sözü çok önemli “ben liyakatten başka hiçbir değer tanımam, değer verdiğim başka hiçbir şey yoktur” diyor ve bu düşünce Türkiye’ye egemen olmadığı sürece biz bunu başaramayız. Türkiye’ye doğrudan yatırım gelmiyor, 3-5 milyar ile sınırlı. Son 15 yılda 2018’e kadar Türkiye’ye 250 milyar dolar doğrudan yatırım geldi ama bu yatırımlar değerlendirilemedi. Türkiye’de tüketim toplumunun içinde debelenip duruyoruz ve bu kaçınılmaz bir çöküş. ‘Saadet Zinciri’ olarak adlandırılan bir durum var. Bu para dağıttığınız sürece iyidir ama o kaynağın sürekli beslenmesi, sisteme sürekli birilerinin katılması lazım. Buradan büyük paralar kazanılıyordu ama bir noktada bazı kişiler buraya katılmayı kesince olay birden patladı. Türkiye bu saadet zincirinin patlamasını yaşadı.
Sizce cumhuriyetin en önemli teknolojik ve bilimsel atılımı olarak neleri konuşuruz, neleri hatırlarız?
Evrensel başarıya bilimsel açıdan baktığımızda çeşitli disiplinlerde evrensel başarılar kazanmış araştırmalar, buluşlar var. Hatırladığım kadarıyla Celal Şengör’ün çalışmaları jeoloji sıralamasında dünyanın otuz dördüncüsü konumunda. Biz portalda bir araştırma yayımladık. Amerika’da bulunan Stanford Üniversitesi dünyanın en önde gelen bilim insanlarını seçmiş. 200 bin bilim insanı seçilmiş, Türkiye’den kaç kişi var? Bu araştırmayı portala koyduk ve incelerseniz gerçekten bir soruna yanıt bulacaksınız. 102 bilim insanımız var ve bunlar baktığımız zaman iyi şeyler. Türkiye’de büyük Nobel alan, çığır açmış, ekonomik büyük değerlere ulaşmış bir araştırma hangisi derseniz şudur diyemem çünkü öyle bir şey yok. Fakat teknoloji alanında oyun sektöründen milyar dolar değerinde, bu işe kafayı takmış insan çıktı.
Önemli olan devamlılıktır, siz başka alanlarda ne yaratıyorsunuz. Benim Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü diye bir kitabım var onun hikâyesini yazdım. Aziz Sancar burada tıp fakültesini bitirdi ama bütün araştırmalarını yurt dışında yaptı. Aziz Sancar’ın Nobel ödülü bir Türk Amerikan hikâyesidir, Türk hikâyesi değildir. Bir Türk vardır ama burada bir şey yapamayacağını anlayıp Amerika’ya göç eden bir Türk’ün başarı hikâyesidir bu. Amerika’da gerçekten olağanüstü işler yapmış, büyük paralar kazanmış çok başarılı insanlar var. Fakat bana sorarsanız bununla övünemeyiz aksine ders çıkartırız. Bütün bunlar imkân meselesi, fırsat verildiği takdirde bunları burada da gerçekleştirebiliriz. Gençler biz fırsat yaratamadığımız için gidiyor ve o ülkenin yararına işler yapıyor. Türkiye’de bu konuda yoksul durumdayız, bu konuda bizi mutlu edecek bir iki şey söyleyemiyorum.
Bizim için bu değerlendirme çok önemliydi.
Araştırmada bulunan 102 bilim insanımıza, dağılımına bir bakın. Teknoloji üretme ve yaratma noktasında çok başarılı değiliz ama temel bilimlerde gerçekten çok iyi araştırmalar yapan bilim insanlarımız var ve onların hakkını yemek istemem. İyi şeyler yer yer yapılıyor ama bütün bunları çığır açıcı, büyük şeyler olarak görmek için henüz çok erken.
Bazı vakıf üniversitelerimiz destek ve imkân veriyor, TÜBİTAK da biraz destek veriyor. Tek bir örnek söyleyeyim, bir aşı üretemedik kardeşim biz bu kadar basit. Tıp bizim en çok yayın yaptığımız alan, Türkiye’nin uluslararası dergilerde hemen hemen 50 bin civarında yayını var ama ana, büyük dergilerde yayınları çok sınırlı. Çok iyi, hak ederek yükselenler var, iletişim alanında yayın yapmak oldukça zor bir olay onu da biliyorum. Bazıları ise bilinmeyen dergilere, düşük profilli makalelerini gönderiyorlar ve bu makaleler yayımlanıyor.
Çok teşekkür ederiz sizi dinlemek bizim için çok keyifliydi.
E-Bülten Kaydı
Gelişmelerden haberdar olun.